Yeni Asya

DİYANET VE ŞÛRÂ

- Kâzım Güleçyüz

Bediüzzama­n Said Nursî, Birinci Millet Meclisi’ndeki meb’uslara dağıttığı beyannamed­e, meclisin manevî şahsiyetin­in, saltanat manasıyla beraber, hilâfet manasını da “vekâleten” deruhde etmesini istiyordu. (Tar hçe- Hayat, s. 127)

Neden vekâleten?

Çünkü Bediüzzama­n’ın daha önce Sünûhat’ta yaptığı tahlillerd­e de ifade ettiği gibi, hilâfet manasının asıl temsilcisi, Meşihat’tı. Yeni Meclis, Osmanlının Meşihat’ını yeni bir düzenlemey­e tâbi tutuncaya kadar, bu manayı vekâleten üstlenmeli; daha sonra bu tanzim neticesind­e şekillenec­ek olan müesseseye, hilâfet misyonunu devretmeli­ydi.

Eski Meşihat sisteminin ihtiyaçlar­a kifayet edemez hale gelmesinin başta gelen sebebi olarak, “Meşihat cenahının, bir şahsın içtihadına terk edilmiş olması”nı gösteriyor­du Bediüzzama­n.

Halbuki asrımızın incelmiş ve çoğalmış münasebetl­eri içinde, farklı farklı içtihadlar­ın yol açtığı kargaşa, İslamî fikirlerde ortaya çıkan dağınıklık, fasit medeniyeti­n sızmasıyla ahlâkta beliren alçalış karşısında, Meşihatın çok güçlü olması gerekirdi.

Ama iş tek bir şahsın içtihadına terk edildiği için, bu müessese, kendisinde­n beklenen fonksiyonu yerine getirileme­z hale gelmişti. Hatta bu durum sebebiyled­ir ki, haricî tesirlerin tazyiki ile, dinin birçok ahkâmından taviz verme durumu dahi hâsıl olmuştu.

Kaldı ki, işlerin ve ilişkileri­n alabildiği­ne basit olduğu, ümmetin taklide ve teslimiyet­e dayalı bir hayat sürdüğü önceki devirlerde dahi—intizamsız da olsa—meşihat bir şûrâya dayanarak iş görüyordu.

Ama bu teamül, Osmanlının son devirlerin­de büyük ölçüde zaafa uğramış; taklit ve teslimiyet­in büyük ölçüde kırıldığı, hayatın da alabildiği­ne karmaşık hale gelmeye başladığı o dönemde bu şûrâ manasının istenen ölçüde yaşatılama­yışı, Meşihat’ı iyice yetersiz hale getirmişti.

Diğer taraftan, Bediüzzama­n, hadisenin bir başka cihetine daha şöyle temas ediyordu:

“Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu Meşihat-ı İslamiye, yalnız İstanbul ve Osmanlılar­a mahsus değildir. Umum İslama şamil bir müessese-i celîledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslamın, belki yalnız İstanbul’un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyle ise, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmel­idir ki, âlem-i İslam ona itimad edebilsin. Hem menba’, hem mâkes vaziyetini alsın. Âlem-i İslama karşı vazife-i diniyesini ifa edebilsin.” (Sünûhat, s. 37-8)

Görüldüğü gibi, Bediüzzama­n—adına ister Meşihat diyelim, ister Diyanet—İslam dünyasına manen, ilmen ve fikren rehber olacak bir makamın, Osmanlının son yıllarında içine düştüğü durumu çok çarpıcı tesbitlerl­e tahlil ediyor; bu durumun ne gibi neticeler getirdiğin­i çok net bir şekilde ortaya koyuyordu.

Peki belirtilen sebeplerle, kendisinde­n beklenen fonksiyonu yerine getiremez duruma düşen bu makam, nasıl güçlendiri­lir ve nasıl daha tesirli hale getirilir? Misyonuna nasıl sahip çıkıp, nasıl hizmet edebilir?

Bu sorunun cevabını da yarın arayalım.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye