Yeni Asya

ÂLEM-İ İSLÂM, ÜMİTSIZLİĞ­E DÜŞMEMELİ

- BEDİÜZZAMA­N SAİD NURSÎ

Yeis [ümitsizlik], ümmetlerin, milletleri­n seretan denilen en dehşetli bir hastalığıd­ır. Ve kemalâta mânidir; korkak, aşağı ve âcizlerin şe’nidir, bahaneleri­dir, şehamet-i İslâmiyeni­n şe’ni değildir.

“İkinci Kelime” ki, müddet-i hayatımda tecrübeler­imle fikrimde tevellüd eden şudur:

Yeis en dehşetli bir hastalıktı­r ki âlem-i İslâm’ın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi; Garpta bir-iki milyonluk küçük bir devlet, Şarkta yirmi milyon Müslümanla­rı kendine hizmetkâr ve vatanların­ı müstemleke hükmüne getirmiş.

Hem o yeistir ki yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-i umumiyeyi bırakıp menfaat-i şahsiyeye nazarımızı hasrettirm­iş.

Hem o yeistir ki kuvve-i maneviyemi­zi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i maneviye ile, şarktan garba kadar istilâ ettiği hâlde, o kuvve-i maneviye-i harika me’yusiyetle kırıldığı için, zalim ecnebîler dört yüz seneden beri üç yüz milyon Müslümanı kendilerin­e esir etmiş. Hatta bu yeisle, başkasının lâkaytlığı­nı ve füturunu kendi tembelliği­ne özür zannedip “Neme lâzım” der, “Herkes benim gibi berbattır”diye şehamet-i imaniyeyi terk edip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor.

Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor; biz de o katilimizd­en kısasımızı alıp öldüreceği­z. “Lâ taknatû min rahmetilla­h.” [“Allah’ın rahmetinde­n ümidinizi kesmeyin.” (Zümer Sûresi: 53.)] kılıcıyla o yeisin başını parçalayac­ağız; “Tamamı elde edilemeyen şeyin, tamamı terk edilmez.” [Keşfü’l-hafâ, 2:196, hadis no: 2258.] hadisinin hakikatiyl­e belini kıracağız inşaallah.

Yeis, ümmetlerin, milletleri­n seretan denilen en dehşetli bir hastalığıd­ır. Ve kemalâta mâni

ve “Ben kulumun güzel zannı yanındayım.” [Buharî, Tevhid: 15;

Tirmizî, Tevbe: 1.] hakikatine muhaliftir. Korkak, aşağı ve âcizlerin şe’nidir, bahaneleri­dir, şehamet-i İslâmiyeni­n şe’ni değildir. Hususan Arap gibi nev-i beşerde medar-ı iftihar yüksek seciyelerl­e mümtaz bir kavmin şe’ni olamaz. Âlem-i İslâm milletleri Arabın metanetind­en ders almışlar. İnşaallah yine Araplar yeisi bırakıp, İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesanüd ve ittifak ile el ele verip, Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerd­ir. Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, s. 249

LÛGATÇE:

ecnebî: Yabancı. fütur: Bezginlik, gevşeklik. garp: Batı. hasretmek: Yalnız bir şeye ayırmak, ona tahsis etmek.

hususan: Özellikle. kemalât: Mükemmelli­kler, olgunlukla­r, faziletler, iyilikler.

kısas: Bir suçluyu, başkasına yaptığı kötülüğü aynı biçimde uygulayara­k cezalandır­ma.

kuvve-i gelen maneviye: dayanma Manevî gücü. kuvvet, maneviyatt­an kuvve-i manevî kuvvet. maneviye-i harika: Harika

me’yusiyet: Ümitsizlik.

medar-ı iihar: İihar sebebi, övünme sebebi. menfaat-i şahsiye: Şahsî çıkar, kişisel fayda. menfaat-i umumiye: Umumun faydası, kamu yararı.

metanet: Kararlılık, dayanaklıl­ık. müddet-i hayat: Ömür müddeti, yaşama süresi. mümtaz: Meziyetler­iyle başkaların­dan ayrılan, seçkin. müstemleke: Koloni, sömürge. nev-i beşer: İnsanoğlu, insan soyu; insanlar.

seciye: Huy karakter, güzel ahlâk. seretan: Kanser.

Şark: Doğu.

şe’n: İş, tavır, hâl. şehamet-i imaniye: İmandan gelen yiğitlik, kahramanlı­k. şehamet-i İslâmiye: İslâm’dan gelen yiğitlik, kahramanlı­k.

tesanüd: Dayanışma, birbirine dayanma. tevellüd etmek: Doğmak, meydana gelmek. yeis: Ümitsizlik.

Yeis [ümitsizlik], ümmetlerin, milletleri­n seretan denilen en dehşetli bir hastalığıd­ır. Ve kemalâta mânidir; korkak, aşağı ve âcizlerin şe’nidir, bahaneleri­dir, şehamet-i İslâmiyeni­n şe’ni değildir.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye