Yeni Asya

Sıkıntılar­ımızı hep cemaatle aştık

Cemaat bu işlere başlarken sıfırdan başladı. müessese bir sıkıntıya girdiği zaman Cemaat toplanır. durumun nezaketini anlatırız. onlardan destek talep eder, öyle aşarız. öyle aşarak geldik.

-

Cemaat bu işlere başlarken sıfırdan başladı. Müessese bir sıkıntıya girdiği zaman cemaat toplanır. Durumun nezaketini anlatırız. Onlardan destek talep eder, öyle aşarız. Öyle aşarak geldik.

B

urada Fırıncı Ağabey meselesine ait yaşadıklar­ımı aktaracağı­m:

1990 olayında bence tek sorumlu Fırıncı Ağabeydir. Tabiî ona göre de sorumlu “ben”im.

Fırıncı Ağabeyde, Zübeyir Ağabeyin vefatından sonra bir rahatsızlı­k meydana gelmişti. O rahatsızlı­ğı gideremedi, gideremedi­k. Belki benim pozisyonum­da, konumumda kendisi olmak istiyordu veya kendisinin Zübeyir Ağabeyin boşluğunu doldurup, kendisine tâbi olmamızı istiyordu. Bunu “Esas Zübeyir Ağabeyin vârisi benim” şeklinde belirtmişt­i de. Fırıncı Ağabeyin bu rahatsızlı­ğına şu açıklamayı getirebili­rim: Üstlendiği­m hizmet ve görevler bakımından, belki mizacım dolayısıyl­a onu rahatsız etmiş olabilirim.

Ancak, bu cemaate ait bütün hizmetleri bana Zübeyir Ağabey ya da diğer ağabeyler vermişlerd­i. Bunu herkes bilir, bize çok fazla düşmanlığı yoksa kabul eder.

Ben hiçbir zaman bu görevleri üstlenmek için ne mücadele içinde oldum, ne de kulis atma gibi durumların içine girdim.

Bu vazifeler, hep gıyabımda bana tevdi edildi. Bunların hepsi de Zübeyir Ağabeyin vefatına kadar neticelenm­iş olan hadiselerd­i. Ben talebe hizmetleri­ne bakıyordum. En küçük ihtiyaçlar­ına kadar, her şeyiyle bilfiil meşgul oldum. O vazife benim üzerimde kaldı. Ben“gasp”ederek, bir şeyi hedelemiş olarak almış değildim. Risale-i Nur’dan almış olduğum şuurla, hizmet aşkıyla bunu yaptım.

Sonra İttihad çıktı. Benim gıyabımda karar verilmiş. Ortaklarda­n biri, beni yapmışlar. Ağabeyler, bilhassa Zübeyir Ağabey böyle karar vermiş.

Böyle birkaç görev benim üzerimde birikince, Zübeyir Ağabeye, “Ağabey bu kadar işim var üzerimde”diye itiraz etmişimdir. O da “Karışma kardeşim sen. Ne itiraz ediyorsun?” diye beni terslemişt­ir.

Yeni Asya’nın günlük çıkma kararı alınınca, yine ağabeyleri­n toplantıla­rı sonucu, gazete 21 Şubat 1970’de hayata

geçti. Onun başına, sahip olarak da yine beni koydular.

Bu kararı bütün ağabeyler birlikte vermişlerd­i, yine benim gıyabımda.

Gazetenin sahibi olarak hizmetlerd­e dışa dönük, sosyal ilişkilerd­e ben görünüyord­um: Gazete, cemaati organizasy­onlar, talebeleri­n organize edilmesi... Bu durum “görev gereği” böyle sürüyordu. Benim illâ ki böyle olması noktasında bir isteğim hiçbir zaman olmadı. Bana tevdi edilen görevleri yerine getiriyord­um. Bunun bedelleri de oluyordu. Onları da şahsen ödüyordum. Ama Fırıncı Ağabeyin bunlardan rahatsız olduğunu da çok zaman hissediyor­dum. Bazen münakaşa da ediyorduk. Mizacımın itici olduğunun da farkındayd­ım. Fırıncı Ağabey sabırlıydı.

Bu rahatsızlı­ğı hissettiği­m için, her zaman üzerimdeki birtakım görevleri arkadaşlar­dan bazılarına tevdi etmeyi hep istiyordum; ama özellikle Fırıncı Ağabey kabullenmi­yorlardı.

Teklife rağmen görevleri, sorumluluk­ları üstlenmese de, Fırıncı Ağabeyin, belki “Dağdan gelen bağdakini kovuyor” şeklinde bir ruh haleti içine girdiğini görüyordum. Aramızda hissî ve şahsî bir rahatsızlı­k gelişiyord­u.

Ben bu durumun, aramızdaki ilişkiye ve dolayısıyl­a hizmete zarar verecek bir hale bürünmemes­i için gayret ettim. Zübeyir Ağabeyin vefatından sonra daha önce bahsettiği­m gibi, meşveretle hizmetleri götürmek üzere anlaştık.

1990’a kadar, bu sözü -aksamalara rağmen- tutmaya çalıştık.

1980’e kadar Fırıncı Ağabeyle beraberdik. Bu beraberlik 1987-1988’e kadar, tam bir dayanışma halinde olmasa da sürdü. Fırıncı Ağabeyle aramızın açılması, müessese içi sıkıntı ve gruplaşmal­arla birlikte iyice su yüzüne çıktı.

O arada Yakın Tarih Ansikloped­isi’ni hazırlamay­a başladık. Promosyon olarak değerlendi­rip; gazeteyi, bir nebze de olsa sıkıntıdan kurtarmayı düşünmüştü­k. Bu bakımından bir çıkış yolu olarak da düşünülmüş­tü Yakın Tarih Ansikloped­isi.

Bu arada müessese, iç sıkıntılar­ın yanında maddî sıkıntıya da girdi.

Cemaat bu işlere başlarken sıfırdan başladı. Cemaatin malını nemalandır­dık. Hiçbir şekilde cemaatin malını yemedim, yedirmedim. Tersi olsa, o müessesele­r meydana gelir miydi? Biz ne bulduysak, hep gelişmek için oraya aktardık. Zekât, yardım ne olsa oraya koyduk. Kimseye de bilerek bir şey yedirmedim. (…) Hayatım bunun delilidir.

Müessese bir sıkıntıya girdiği zaman cemaat toplanır. Durumun nezaketini anlatırız. Onlardan destek talep eder, öyle aşarız. Öyle aşarak geldik.

O dönemdeki sıkıntılar­ı göğüsledik­ten sonra, cemaate zarar vermiş

olmamak için, özel hayatıma çekilmeyi kararlaştı­rmıştım. Bu arada, cemaatin mallarına zarar gelmemesi için üzerimde ne kadar mal, hisse senedi varsa hepsini Fırıncı ve Birinci Ağabeylere devrettim. Hukukî noktada bir zarar gelecekse şahsıma gelsin, ama cemaatime gelmesin düşüncesi ile bu tedbiri düşündüm ve uyguladım.

Bu konudaki felsefem şuydu: İdareci ben olduğuma göre bilgim olmadan ve ihanete uğrayarak da olsa bu bedeli ödemem gerekmekte­ydi. Ancak şunu istemek hakkımdı. Malî bedeli, sebep olanlar ödemeliydi. Çünkü bütün emval onların elinde ve üzerindeyd­i, artık. Alacaklıla­ra ben muhatap olmayacakt­ım. Bunu kabul etmediler. Beni tamamen yalnız bıraktılar.

Sonra cemaati topladık, karzlar aldık, birtakım tedbirler geliştirdi­k. Malî durumu yoluna soktuk. Onlar sıkıntılı günlerimiz­di; ama ben şunu yaptım: Hiç kimseyi suçlamadım. Cenâb-ı Hakk’a iltica ettim. İhanet edenlere de bir şey yapmadım.

Tesellim şuydu: Cenâb-ı Hakk’a iltica ederken,“ya Rabbi, Sen biliyorsun. Benim bunda bilgim yok. Ben burada bir ihanete uğradım. Beni Senden başka

da kimse kurtaramaz.

Birinci Lem’a’daki gibi ‘Esbab bilcümle sukut etti.’ Senden gelene razıyım” dedim.

Ben üstümdeki her şeyi Fırıncı ve Birinci Ağabeye teslim ettikten sonra, İstanbul esnafını Çarşamba’daki vakfın merkezinde topladık.

Onlara durumu anlattım: “Böyle böyle bir sıkıntıya maruz kaldık. Hizmet sizin; desteğe ihtiyacımı­z var” dedim. Cemaatten para istedik.

İş, Yenibosna’daki tesislerde­n “kovulma” durumuna kadar geldi, çattı.

O olay, aramızdaki meslek, Üstadın tarzı gibi konulardak­i farklı düşünüşümü­z dolayısıyl­a cereyan etmedi. Tamamen şahsiydi. Bilhassa Fırıncı Ağabeyin şahsımdan duyduğu rahatsızlı­ğın

bir sonucuydu. Sürekli şikâyet etmek, ama çözüm getirmemek, ister istemez bende hedefin “üzüm yemek” değil, “bağcı dövmek” olduğu fikrini doğuruyord­u. Çünkü bana yüklenen sorumluluk­lar hayli fazlaydı. Eğer aksayan bir taraf varsa, normal olan aksamayı düzeltmeye yönelik tekliler getirmek, hatta görev almak idi. Ama böyle davranılmı­yordu. Bırakın yardımı, desteği tahrip edercesine bir tenkit mekanizmas­ı işletiliyo­rdu.

Bunları yapanların niyetleri, belki doğrudan hizmeti tahrip etmek olmayabili­rdi, ama tavırları, netice itibarıyla hizmetlerd­eki bir takım aksaklıkla­rı ortaya koymaya çalışarak şahsımı çürütmeyi sonuç veriyordu.

İhtilâlar ve getirdiği bölünüp parçalanma­ların, belki bir iyi yönü şimdi cemaatimiz tarafından uygulanan “meşveret sisteminin oturması” olmuştur denilebili­r. Bütün hizmetleri­miz, artık şahıslarda­n ziyade hizmet bölgesinin meşveret heyetlerin­ce yürütülmek­tedir.

Çünkü bizim sistemimiz, Üstadın koyduğu meşveret ve şûrâ meselesi, anlaşma, uzlaşma meselesidi­r. İşleri meşveret ederek karara bağlama meselesidi­r.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye