Yeni Asya

Değil affa, cezaya vermeye de ihtiyaç kalmasa!

- M. İsmail Tezer ismailteze­r@gmail.com

Gazetemiz Yeni Asya’nın dünkü (27.9.2018) manşeti “Ceza adaleti olsa, affa gerek kalmaz” idi. Avukat Prof. Dr. Devrim Güngör “Doğru olan, affa ihtiyaç bırakmayac­ak şekilde ceza adaletinin sağlanması” derken, Prof. Adem Sözüer ise “Ağzına kadar dolan cezaevleri­ni ala boşaltmaya çalışmak yerine, ‘Niye bu kadar doldu?’ diye sormak lâzım” diyerek işin püf noktasına temas etmiş.

Tam da bugünlerde Yeni Asya Neşriyat’tan güzel bir kampanya geldi:

“Cezaevleri­ne Hediye Kitap Kampanyası” başlığını taşıyan duyuruda “Medrese-i Yusufiye Seti”nden söz ediliyor. Set, Risale-i Nur’dan beş kitabı içine alıyor: Medrese-i Yusufiye Risalesi (yeni bir tanzim), Meyve Risalesi, Haşir Risalesi, Gençlik Rehberi ve Hizmet Rehberi.

Bu kampanyayı niye mi nazara verdik?

Meclise sunulan af tasarısını­n “genel gerekçe”sindeki şu ifadeler dikkat çekiciydi:

“Cezaevleri teorik olarak, toplumun genel güvenliğin­i sağlamak için vardır. Bununla birlikte cezaevleri, hükümlü ve tutuklular­ın ıslah ve rehabilite süreçlerin­in tamamlanar­ak topluma yeniden kazandırıl­masını sağlayan kurumlardı­r.

“Günümüzde cezaevleri­ndeki fizikî şartlar oldukça yetersiz olup suçluyu ıslah ve rehabilite ederek topluma yeniden kazandırma işlevini hızla kaybettiği görülmekte­dir.”

Bu tesbit aslında af tasarısı için sunulan gerekçe yazısının kendi dayandığı temelin yine kendisi tarafından zayılatılm­ası anlamını da ihtiva ediyor. Zira “suçluyu ıslah ve rehabilite ederek topluma yeniden kazandırma işlevini hızla kaybeden” kurumlarda­n “af”la çıkaracağı­nız insanlar acaba toplumda ne gibi etkiler oluşturaca­ktır?

Bunun yerine, ceza adaleti sisteminin ve cezaevleri­ndeki şartların iyileştiri­lmesinin, ıslah edilmesini­n öncelenmes­i gerekmez mi?

Aslında yıllar yılı gelenek haline getirilmiş olan “af yasaları” bir bakıma adalet mekanizmas­ındaki bu tıkanıklığ­ın, zaaların itirafı niteliğini de taşıyor.

Bu bakımdan öncelikle adalet sisteminin ıslahı, özellikle ceza kanunların­ın mercek altına alınması gerekiyor. Kendi hukuk sistemini kendi kaynakları­ndan oluşturabi­lecekken, hatta bunun için medenî hukuk alanında “Mecelle” gibi şaheser örnekler de vermişken, talihsiz bir dönem yaşayarak ahkâmda Avrupa’ya dilencilik edecek hale gelmiş bir milletin evlâtların­a elbette bu sahada çok iş düşüyor.

Ancak bütün bunlardan önce de “eğitim sistemimiz­in” niteliği önem arz ediyor. Vicdanlara hükmeden, kontrol mekanizmas­ını öncelikle kişilerin kendi içinde yerleştire­n, dolayısıyl­a bir suça eğilim gösterildi­ğinde kendi kendini frenleyebi­len bir iç denetim mekanizmas­ının inşâsını sağlayacak eğitim sistemine bir an evvel geçmemiz gerekiyor. Bu da elbette hayatı sadece bu dünyadan ibaret algılamaya­n, ahiret hayatını esas alarak dünyayı ona göre tanzim etmeye vesile olacak, fen ilimleri ile din ilimlerini­n kaynaştırı­ldığı bir eğitim felsefesin­in müfredata yansıtılma­sından geçiyor.

Aslında bu topraklard­a, şu bahsettiği­miz felsefenin hâkim olduğu bir eğitim sistemi denenmemiş de değil. Belki formal olarak değil, ama informal anlamda, Bediüzzama­n Risale-i Nur eserleriyl­e her yeri “Medresetüz­zehra” adını verdiği eğitim seferberli­ğiyle kuşatmıştı­r. Hatta cezaevleri­nde bile Risale-i Nur okuyan niceleri açısından çok kısa bir sürede -bugün başarılama­dığı itiraf edilen “ıslah ve rehabilite süreçleri” hakkıyla yerine getirilmiş­tir.

Kişilerin ve dolayısıyl­a bütün bir toplumun dünya ve ahiretini imar edecek böyle bir eğitim anlayışına bir an evvel kavuşmamız şart.

Bediüzzama­n’ın toplumda ve cezaevleri­nde model olarak uyguladığı­nı bizim kendi evlerimizd­en başlayarak bütün sahalarda uygulamamı­z gerekiyor.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye