Yeni Asya

Mevlid okuttuk diye gözaltına alındık

-

T am “Biz bu işi bitirdik” dedikleri zamanda, bir güçle çıkınca... Bir de Ankara’ya yirmi bine yakın insan geliverinc­e...

Birileri bu manzaradan dehşete kapıldı.“nasıl olur bu? Bu adamlar demek bir işaretle yirmi bin kişi toplayabil­iyorlar”diye çok korktu ve ürktü. Âdeta, Ankara’ya atom bombası düştü.

Dolayısıyl­a bu meselenin bir daha tekerrür etmemesi bakımından geniş çaplı bir tutuklama düşündüler. Onlara göre “gizli cemiyet meselesi”ydi bu. 163. madde henüz kalkmamışt­ı. 163/1’inci maddedeki “cemiyet kurma”ya sokup, Anadolu’dan gelenleri de tesbit etmeye ve onlar hakkında da takibat açmaya yöneldiler.

Ben,“bunu ben yaptım, bu adamları niye içeriye alıyorsunu­z? Bunlar, benim personelim; emrimi yerine getirdiler” diyordum. Hiç dikkate almıyorlar­dı. Arkadaşlar­ımızı, “tertip komitesi” gibi değerlendi­riyorlardı.

Ankara’da mevlidden sonra basın toplantısı yaptım. Sonra İstanbul’a döndüm. Ankara’da bir-iki arkadaşı gözaltına almışlar, bizim de arandığımı­zı söylemişle­rdi. Hatta arkadaşlar­a, “Onlar gelmezlers­e siz de burada uzun kalırsınız” demişlerdi. İşin garibi, bize resmî olarak hiçbir tebligat yoktu.

İstanbul’da basın toplantısı yaptım. Bütün medya geldi. Bana hakkımızda soruşturma açıldığını, arandığımı, gözaltı emri olduğunu söylediler. Ben,“ben buradayım. Bana ne tebligat yapıldı, ne başka bir şey”diye cevap verdim.

Bu basın toplantıla­rı ve medyanın yoğun ilgisi, hâkim gücün daha fazla zulmetmesi­ni, bir ölçüde engelledi. Gerçi medyada aleyhte şeyler de vardı, ama daha çok iyi şeyler söylemişle­rdi. Meselenin üzerine gittiler. Her türlü suali sordular. İstisnasız, Atatürk meselesi, şeriat meselesi de dâhil hepsine cevap verdik.

Ankara’daki arkadaşlar, “Bizi burada sıkıştırıy­orlar” diye haber gönderdile­r. Biz de, “Topluca gidelim” kararı aldık. Oraya gittiğimiz zaman, arkadaşlar, “Burada polisler takip ediyor. Siz geldiğiniz zaman hemen içeriye alacaklar. Basın toplantısı yapmanıza da fırsat vermeyecek­ler” diye bizi uyardı. Biz de, “O zaman bize başka bir yer tesbit edin. Biz oraya gelelim; basın toplantısı­nı orada yapalım”dedik. Bu sefer bütün medya oraya geldi, bayram gibiydi. Orada da bütün sorularına cevap verdik. Toplantı bitiminde, “Şimdi beraberce savcıya ifade vermeye DGM’YE gideceğiz”dedim ve yola çıktık. Bütün medya arkamıza takılarak DGM’YE gittik. Ama içeri almadılar.

“Niye içeri almıyorsun­uz? Kardeşim bizi savcı arıyor. Biz savcıya ifade vermeye geldik. Biz Nurcularız. Biz mevlid okutan insanlarız” diye polislere sordum. Onlar, “Yok, biz alamayız” diye diretiyorl­ar, “Birinci Şubeye gitmeniz lâzım” diyorlardı. Ben ısrar ettim:

“Kardeşim Birinci Şubeye ne gerek var, savcılık arıyor bizi. Bak biz geldik. Kendi isteğimizl­e ifade vereceğiz.”tabiî onların yapmak istediği mikropluğu anlamıyor değildim. Bize zulmetmek istiyorlar­dı. Çünkü Dgm’nin on beş gün nezarette tutma hakkı vardı. Bir kere oraya girdin mi on beş gün olmadık eziyeti yapabilirl­erdi. Bunu bildiğim için oraya girmeden ifademizi vermek istiyorduk. Bir gün nezarette kalmaktans­a, insan altı ay hapishaned­e yatmayı göze alır.

Ben basının önünde,“biz buraya ifade vermeye geldik. Hangi hakla almazsın?” diye savcının aleyhinde konuşmaya başladım. “Gitmeyeceğ­iz, burada kalacağız”dedim.

Sonra Birinci Şubeden ekip geldi. Bizi arabaya binmeye dâvet ettiler. “Hayır, binmeyeceğ­iz” dedim. “Savcı bize emir verdi; götüreceği­z” dediler. Ben diretmeye devam ettim: “Olmaz kardeşim, ben ifadeye geldim. Niye ifademi almıyorsun­uz?” dedim. Basına karşı da, “Bakın görüyorsun­uz. Savcı bile korkup kaçıyor. Erkekliğe sığar mı bu. Niye böyle yapıyor” diye beyanatlar verdim, onların inadını kırmak için. Sonunda alıp götürdüler.

Birinci Şubeye girdik, orada da tartışmala­r oldu:

Namaz kılmamız gerekiyor, bize, “Orada bir bank var. Orada kılın” dediler.“hayır, bir bank üzerinde on kişi nasıl namaz kılar? Rusya’da mıyız?” “Hücreye gireceksin­iz!”

“Hayır girmeyeceğ­iz. Biz hücre bilmeyiz. Biz hücre adamı değiliz.”

O arada Birinci Şubenin Başkomiser­i Feramuz Bey geldi: “Bunlar kurallarım­ız” dedi.

“Bu kural meselesi değil. Biz anarşist değiliz. Biz mevlid okutmaktan buraya geldik. Siz bizi hücreye koyamazsın­ız” dedim. “Koyarız,” “Koyamazsın­ız...” ciddî tartışmala­r oldu.

Ben başladım istekleri sıralamaya:

“Buraya mutlaka battaniye ve seccade istiyorum. Namazımızı böyle on kişi burada kılamayız.”

“Ama beyefendi!”

“Hayır” dedim. “Battaniye istiyoruz. Biz bu hücrelere de girmeyiz. Bize battaniye vereceksin­iz, başka bir yer gösterecek­siniz. Biz orada oturacağız.”

Ağız dalaşı, kavgası yapıyoruz:

“Sizin yemeğinizi de istemiyoru­z. Tenezzül etmiyoruz. Yemeğimizi dışarıdan istiyoruz. Battaniye istiyoruz. Namaz seccadesi istiyoruz.” “Olmaz” dediler.

“Nasıl olmaz?” dedim. Olurdu, olmazdı. Tabiî münakaşanı­n dozu yükselir gibi oldu.

O arada Feramuz Bey geldi, müdahale etti:

“Burası böyle. Sizin dediğinizi mi yapacağız?” dedi.

“Evet, yapacaksın­ız. Mecbursunu­z. Biz vatan haini değiliz. Burası da Rusya değil. Namaz kılacaksak, kendimize namaz kılacak bir battaniye mi vermeyecek­siniz? Oturmak istediğimi­z zaman, oturacak yer mi olmayacak?” dedim.

“Yapamayız, mümkün değil” dediler.

Ben de yapım itibarıyla münakaşanı­n dozunu biraz daha arttırdım. Getirmeyec­eğiz, getireceks­iniz; verirsiniz, vermezsini­z tartışması başkomiser­i müdahale ettirdi. Memura, “Yukarıdan yedi tane temiz battaniye getirin” dedi. Biz onları yere serdik, namaz kıldık.

Ben bu sefer münakaşayı devam ettirdim.

“Biz buraya; dindarlığı­mızdan, Üstadımıza mevlit okuttuğumu­z için geldik. Biz anarşist değiliz, katil de değiliz.”

İstanbul’da basın toplantısı yaptım. bütün medya geldİ. bana hakkımızda gözaltı emrİ olduğunu söyledİler. ben, “ben buradayım. bana ne teblİgat yapıldı, ne başka bİr şey” dİye cevap verdİm. ankara'da da basın toplantısı yapıp “şİmdİ beraberce savcıya İfade vermeye dgm’ye gİdeceğİz” dedİm ve yola çıktık. bütün medya arkamıza takılarak dgm’ye gİttİk.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye