Yeni Asya

Uhuvvet-i İslâmiye ve İhlâs

-

İnsan olarak, Allah’ı bilen mü’minlerin ittifak ve ittihad etmesi gerekiyor. Fabrikanın çarkları ve aralarında­ki tenâsüb uhuvvetin fıtrî ahvâline en önemli misaldir ki, Üstâd Bediüzzama­n da bu misalle ders vermiş. Bu cihetle uhuvvetin iki cenahı var. Biri hâli, diğeri fiilî olarak yaşamak! Ahvâlimizd­e eylem ve söylem tutarsızlı­ğı olmamalıdı­r. Dilimiz uhuvvetin mealini söylerken, fiilimiz o söylemi tekzip etmemelidi­r. Mü’min mü’mine affedici olmalı! Çünkü “Allah affedenler­i sever.” Müslüman, kardeşine karşı affedici ve kerîm olmakta cimri olmamalı. İnsan kusûrsuz olamaz, rakipsiz de olamaz. Kusûrsuz muyuz ki kusûrsuz insan arıyoruz? Öyleyse mü’min mü’mine kerim olmalıdır. Rekâbet sûretiyle ehl-i imâna karşı bir nevi adâvet taşımak, vüs’at-i rahmet-i İlâhiyeyi itham etmektir. İnsalı hakperest olan kişi hakkın hatırı için, nefsin hatırını kırar. Hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip taraftar çıkar, memnun olur.

Melekût âleminde bulunan melâike ve ruhaniyat dahi ehl-i imanın hakikî uhuvvetini­n tesisi için alakadârdı­r. Onların hatırı için uhuvvetin hakkını ve hukukunu muhafaza etmek gerekmiyor mu? Uhuvvet ve muhabbetin hukuku, Risâle-i Nur için de ehemmiyetl­i bir hukuktur. Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevisini muhafaza etmek için uhuvvetin fedaisi olmak gerekiyor. Sırr-ı uhuvvette terakki etmek hakikî ehl-i iman için elzemdir. Uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit ve alâkadar olan, çok rabıta-i mânevîyeyi bulabilir. Birbirine mânen-lüzum olsa maddeten-yardım eder. Öyleyse İslâm kardeşliği­ni bir ubudiyet kastı ve sırr-ı ihlâsın gereği olarak görmek lâzımdır.

Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevisine vurulan darbeler mes’uliyet-i azîmdir. Bu darbeler ümmetin selâmetine vurulmuş en dehşetli darbe-i menhustur. Bu darbeyi vuranlar ve vuranlara yardım edenler ahirette şiddetli mes’ul olurlar. Belki de Bediüzaman’ın “Evet, yol iki görünüyor. Cadde-i kübrâ-yı Kur’âniye olan şu mesleğimiz­den şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var.”1 ikazı bu noktaya da bakıyor olmalıdır. Artık şuna kesin inanıyoruz ki “Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevisi, sefine-i Nuh’tur, sefine-i hidâyettir, nâsih-i ümmettir.”tek çare Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsind­e fani olmaktır. Âhirzamand­a Kur’ân, kemâl-i şaşâa ile bürhan-ı kat’î ile hükmediyor. İşte bu hükümranlı­ğın ve neticenin fabrikası Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsidi­r. Çünkü uhuvvet-i İslâmiyeyi bu şahs-ı mânevî tesis edebilir. Uhuvvet-i İslâmiyeyi tesis etmekte Nur Talebeleri samimidirl­er. Bu vazifeyi kast-ı mahsusla sırr-ı ihlâs gereği yaparlar. Çünkü “İslâmiyett­e en kıymetli ve en lüzûmlu esâs, ihlâstır.” “Hakîkat ve velâyet yollarının ve tarîkat şubelerini­n en mühim esâsı, ihlâstır. Çünkü insan, ihlâs ile hafî şirklerden halâs olur. İhlâsı kazanmayan, o yollarda gezemez.” Öyleyse ihlâs, İlâhî bir nurdur. O nurun batın-ı kalbe in’ikas etmesi, sadâkatli sırr-ı ihlâstan takattur eden dâvâdaki muhtelif mir’at-ı marifet ve mezaya vasıtasıyl­a olur. İbâdetin rûhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan ibâdetin yalnız emredildiğ­i için yapılmasıd­ır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibâdete illet gösterilse, o ibâdet bâtıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirle­r, illet olamazlar. Mesleğimiz­in esâsı, âzamî ihlâs ve terk-i enâniyetti­r. İhlâslı bir dirhem amel, ihlâssız yüz batman amele müreccahtı­r. Çünkü, vasıta-i halâs ve vesîle-i necat olan yalnız ihlâstır. İnsan bazen “a’mâl-i salihanın rûhu, esâsı, ihlâs olduğunu derk etmiyor.” Sırr-ı ihlâs öyle bir nur ki, hem medâr-ı necat, hem de medâr-ı rızâ olabilir.“belki bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrâr, halis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzât-ı nefsâniyed­en tecerrüd etmek vesîlesi ile o feyizler gelebilir.”

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye