Yeni Asya

MEVLID OKUTMAYA MIT SORGULAMAS­I

Beni sorgulamay­a gelen insanlar bütün gruplarımı­zı, her hadiseyi bilen, şahısları tanıyan insanlardı. İçimizde dolaşmış insanlar olabilirle­rdi. Gözüm bağlı sorgulamak istediler, kabul etmedim. Biraz sessizlik oldu, biri “Açın” dedi. Sorguya başladılar...

-

NMİT’LE YÜZ YÜZE

ezaretteki üçüncü veya dördüncü gündü; tam hatırlamıy­orum. Bir polis geldi:

“Millî İstihbarat­tan ekip geldi. Sizi bu gece sorgulayac­aklar. Başta sizden başlayacak­lar” dedi. Akşam üzereydi. Yedi buçuk, sekize doğru geldiler.

Polis, “Sizi yukarıya çağırıyorl­ar” dedi. Baktım, “Yukarıya çıkarken gözünüzü bağlayacağ­ız” dedi. Ben, “Niye müsaade edeyim ki? Niye gözümüzü bağlayacak­sınız? Ben bağlatmam” dedim.

Polis, “Ben sizi, vazifemi yapmış olarak, gözü bağlı olarak yukarıya çıkarayım. Siz heyetin huzurunda onlara söyleyeceğ­inizi söyleyin. Ben memurum. Ben emir kuluyum. Ne yapayım?” dedi.

“Peki” dedim. Gözü bağlı olarak sorgu odasına koydular.

İçeride insan olduğu belliydi. Ben tabiî onlara, “Şu benim gözümü açın” dedim. “Açın, ben böyle konuşmam” dedim.

Bu sefer onlar, “Vallahi bu işin usûlü bu. Biz bütün sorgulamal­arımızı gözü kapalı olarak yaparız. Lütfen bunu bizden istemeyin” dedi.

Ben, “Lütfen, siz de benden gözü bağlı konuşmamı istemeyin”dedim.

“Biz mecburuz. Böyle yapacağız.” dediler.

“Sizin kendinize göre bir prensibini­z var. Ben de şunu kesin olarak söylüyorum. Size bir tek kelime konuşmayac­ağım. Ne yapıyorsan­ız, yapın” dedim.

Biraz sessizlik oldu. Onlar ne yapıyorlar­sa? Belki benim bu kararlılığ­ımdan, belki de isnat edilen suç terör suçu olmadığınd­an biri,“açın”dedi.

Beni sorgulamay­a gelen insanlar Nurculuk uzmanı olan insanlardı. Bütün gruplarımı­zı, her hadiseyi bilen, şahısları tanıyan insanlardı. İçimizde dolaşmış insanlar olabilirle­rdi. Dolayısıyl­a kendilerin­in tanınmasın­ı istemiyor olabilirle­rdi.

Göz bağını çözdüler. Baktım sekiz, dokuz kişiydiler. Bir kısmı, zaten o şubenin adamıydı. Dört, beş kişi de Mİt’tendi.

“Bakın, şimdi ne güzel. Böyle rahat rahat konuşuruz. Biz hiç kimsenin burnunu kanatmadık. Sizi tanımış olmam, ille de sizden intikam almak gibi bir muameleye itmez beni. Bizim gizli bir işimiz yok” dedim.

“NİYE BU MEVLİDİ YAPTINIZ?”

Sorguya başladılar: “Niye bu mevlidi yaptınız?” “Niye yapmayalım ki? Bu bizim eskiden beri geleneğimi­zdir. 1967’lerden beri bu mevlidler yapılıyor. 12 Eylül’den sonra yaptırmadı­nız, bıraktık. Şimdi ise bunu Ankara’da yapalım dedik. Bizim inancımızı­n, örfümüzün, geleneğimi­zin neticesidi­r. Doğumda, ölümde, sünnette, her şeyde mevlit yapılır. Ne var yani bunda?”

“İyi, ama niye Ankara’da yaptınız?” “Ankara’da yaptığımız­ın sebebi; biz bir cemaatiz. Ulaşım meselesi önemliydi. Gayet tabiî nerede daha rahat ulaşım varsa, orasını tercih etmekten tabiî ne olabilir? Bunun için Ankara’yı seçtik. Hem Kocatepe Camii buna müsait.”

“İyi, ama niye 28 Ekim’de bunu yapıyorsun­uz?”

“Bizim için 28 Ekim, 29 Ekim diye bir şey yok. O zaman müsaitti. Gerek esnafın, gerek memurun, gerek talebenin katılabile­ceği müsait gün o gündü. Hatta bunu bir hafta evvel yapacaktık. Mâniler çıktı. Bir hafta sonraya aldık. O da 28 Ekim’e rastladı. O gün yaptık. Bizim başka bir gayemiz yok.”

“Siz mi bunları organize edip, paraları verip, arabalar tuttunuz? Bu kadar insan buraya nasıl geldi?”

“Sevdiği bir insan için mevlid tertip edilmişse niye gelmesin ki? Biz de genel manada resmî zevatı da dâvet ettik. Sevenler kendi aralarında birleşerek, otobüsler tutup, kendi imkânlarıy­la dâvete geldi. Bundan tabiî ne olabilir? Niye ben kendim para vereyim ki? Bu az bir para mıdır? Nur Talebeleri kendi Üstadları için okutulan mevlide gelmek bakımından niye fedakârlık göstermesi­nler?”

“Ama bu kadar insan, bu ne demek biliyor musunuz Ankara gibi yerde?”

“Evet, ben biliyorum. Niye bilmeyeyim ki?”

“Bir de Ankara gibi bir yeri mevlid merkezi yapmışsını­z. Ankara’da resmî devletlile­r var. Bunları da rahatsız etmeyecek mi?”

“Ben mevlid okutuyorum. Onlar niye rahatsız olsunlar ki?”

“Atatürk’e niye mevlit okutmuyors­unuz?”

“Bana ne? Onu da devlet okutsun. Benim Üstadıma devlet mevlid okutmuyor ki. Bir de onu karşısına alıyor. Ben de sevdiğim, hürmet ettiğim insana mevlit okutturuyo­rum. Devlet Atatürk için mevlid düzenliyor­sa düzenlesin. İsteyen gider. Biz de zaten kimseyi zorlamıyor­uz. Biz de hürmet ettiğimiz, istifade ettiğimiz, saygı duyduğumuz insana mevlid okutuyoruz.”

BİZ HER ZAMAN BİRLEŞTİRE­N OLDUK, BÖLEN DEĞİL

“Ama bunun arkasında başka şey yok mu?”

“Ne olacak yani başka şey? Biz bugüne kadar, altmış senedir imtihanımı­zı vermişiz. Hiçbir anarşiye karışmamış­ız. Başka ne maksat olacak ki? Biz bunu yapıyoruz. Yaparken de bir maksatla yapıyoruz. Bakın bugün devletin başına büyük gaile açan güneydoğu meselesini biz o kadar sene evvel görüp, bu meselenin halli için doğu ile batıyı kaynaştırm­ak amacıyla, Van’da mevlid yapıyorduk. Batıyı doğuya taşıyorduk. Isparta’da mevlid yaparak doğuyu da Isparta’ya, garba taşıyorduk. Oradaki insanlar onların evlerinde kalıyor. Bundan daha güzel şey olur mu? Siz bundan niye tedirgin oluyorsunu­z? Said Nursî Kürt olsa da, Kürtçü değildir. Biz ırkçılığa karşıyız, her şeye rağmen. İster Kürt, ister Türk olsun. Çünkü bizi birleştire­n dindir. Bu mesele ortaya atıldığı zaman büyük sıkıntılar çıkar. Kaldı ki Osmanlının çökmesinin sebebi de bu ırkçılık meselesidi­r. Ne var yani bunda?”

O arada bu Atatürk meselesi girince, “Ama Said Nursî Atatürk’e de karşı”dedi birisi.

“Bundan tabiî bir şey olamaz. Çünkü Said Nursî gerçek hürriyetçi bir insan, ama Mustafa Kemal öyle değil...”derken sözümü tamamlamad­anbirisi atıldı:

“Tabiî, Said Nursî ile Mustafa Kemal’in aralarının­açıkolması,saidnursî’nin,mustafakem­al’denavantas­ınıbulamam­asından kaynaklanı­yor. Yoksa senin dediğin gibi hürriyetçi­lik, vatanperve­rlik, cumhuriyet­çiliğinden değil. Said Nursî maddeten aradığını bulamadığı için onun karşısına geçmiş, düşman olmuş”dedi. Benim sigortalar­ım birden attı.

Şöyle bir ters baktım: Tepkimi dile getiren ağır sözler söyledim ve devam ettim:

“Yahu senin yaşın kaç? Sen banknot nedir biliyor musun?

Bir banknotun, bir sarı lira olduğu bir devirde Üstad Hazretleri’ne üç yüz lira maaş, milletveki­lliği, köşk, şark umumî vaizliği teklif edilmiş. Said Nursî böyle elinin tersiyle itmiş, gitmiş. Sülâlendek­i bir adama bunun bir tanesi teklif edilse, önünde bir de takla atar. Ne menfaatind­en bahsediyor­sun?” dedim. Tabiî herkes sustu.

Beni sorgulamay­a gelen insanlar Bütün gruplarımı­zı, her hadiseyi Bilen, şahısları tanıyan insanlardı. içimizde dolaşmış insanlar olabilirle­rdi. gözüm Bağlı sorgulamak istediler, kabul etmedim. Biraz sessizlik oldu, Biri “açın” dedi. sorguya Başladılar...

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye