Önce yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı
AB ’nin Ankara’ya ilettiği ilerleme raporlarında Türkiye’den taleplerinin başında temel hak ve özgürlüklerle yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı geliyor. Nitekim Cumhurbaşkanı’nın Almanya ziyaretinde iki ülke arasında kalıcı ekonomik işbirliğinin geliştirilmesini nazara veren Ab’nin lokomotif ülkesi Almanya Başbakanı’nın “Türkiye ile basın özgürlüğü ve hukuk konularında fikir ayrılıkları olduğunu” açıklaması bunun en son ifâdesi.
Belli ki, “yeniden reform süreci”ni gündeme getiren Ankara, AB Müktesebatının Üstlenmesine İlişkin Ulusal Program’da ve AB mercilerine ilettiği Katılım Ortaklığı Belgelerinde taahhüd ettiği “siyasî kriterler” kapsamında Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelerden kaynaklanan bütün insan hakları, temel özgürlükler, ifâde ve basın özgürlüklerine dair yükümlülükleri yerine getirmede hâlâ müstenkif.
Zira bu dönemde yargıya güvenin sıfırlandığı bizzat iktidar partisine mensup eski Meclis başkanları ile yüksek yargı başkanlarının ikrarlarıyla itiraf edilmişti.
SAVCI VE HÂKİMLERİN İHRÂCI…
Bu bakımdan AB mahfillerinden, hukuk örgütlerinden ve insan hakları enstitülerinin araştırmalarında, Türkiye’de hukukun üstünlüğünün bütünüyle dibe vurduğu değerlendirmeleri yapılıyor.
Bu açıdan BM Hâkimler ve Avukatlar Bağımsızlığı Özel Raportörüne sunulan bir raporda “Türkiye’de yargı bağımsızlığına yönelik tehditler, sistematik bir biçimde avukatların cezâlandırılması ve savcı ve hâkimlerin tasfiyesi”nden şikâyet ediliyor. Türkiye’de hukuk profesyonellerinin teröre destek vermekle suçlanmasının mesleklerini icra etmeyi engellediği belirtiliyor.
2010’dan bu yana yapılan reformların savcı ve hâkimlerin bağımsızlığını azaltarak hukukun üstünlüğünü zayıflattığı, “yeni sistem”de yeni yetkilerle, yönetimin yargıda kilit noktalara iktidar yanlılarını atayarak ve binlerce avukat, hâkim ve savcıyı cezâlandırarak yargıya ve adlî kurumlara müdahale edildiği kaydediliyor.
Bu tesbitlerle, 15 Temmuz Hâdisesi’yle birlikte “tasfiye süreci”nde azledilen 4 bin 279 hâkim ve savcının sadece yüzde 4’ünün göreve iâde edildiğine dikkat çekiliyor.
Yedi kez uzatılıp iki yıl süren OHAL döneminde iktidarın keyfi kararlarla çok sayıda kişinin ve âilelerinin hayatlarını derinden etkileyen, kurumlar ve sosyo-ekonomik yapılar üzerinde kalıcı etkileri olan ve en vahimi yargı bağımsızlığının temelini sarsan uygulamalarla “BM yargı bağımsızlığı temel ilkeleri ile savcıların rolüne dair ilkeler”in çiğnendiği ortaya konuluyor.
Ancak söz konusu rapor ve araştırmalarda yer alan en çarpıcı husus, Türkiye’de mahkemelerin iyileştirilmesinin OHAL Khk’ları ile daha da zorlaştığı, dahası Anayasa Mahkemesi’nin haklar ve özgürlükler ihlâllerini ele almakta işlevsiz kalması. OHAL Khk’larıyla sâdece hâkim ve savcıların toplu tasfiyesiyle kalınmayıp, OHAL’IN kaldırılmasına rağmen Khk’ların içeriklerinin en az üç yıl daha sürdürülecek olması. Haksızlık ve hukuksuzlukları devam ettirmekle hukukun üstünlüğünün kalıcı olarak baltalanması.
YARGI, YÜRÜTMENİN ETKİSİNDEN KURTARILMALI
Gerçek şu ki, 15 Temmuz Hâdisesi’nden beş gün sonra ilân edilip daha evvel suç olmayanı sonradan “suç” sayan, hukuku ve yasaları geriye doğru işleten “iltisak”-“irtibat”la, MİT raporlarıyla, ifâde ve savunmaları bile alınmadan ve bütün kazanılmış hakları gasp ederek sorgusuz - sualsiz, yargısız dayatılan OHAL Khk’larıyla 130 bini bulan kamu görevlisinin ihrâcına mukabil, ancak 3 bin 604’ünün iâde edilmesi; tâkipsizlik kararı alanların OHAL komisyonunca görevlerine iâde edilmemesi; beraat ve tâkipsizlik alanların dahi tekrar KHK ile görevden alınması gibi mağduriyetler devam ediyor. Az sayıdaki iâde edilenlerin de herhangi bir tazminat talebinde bulunamamaları, aralarında 17 bini kadın, dört bini çocuk ve bine yakın bebek bulunan 77 bin vatandaşın yargısız infazla tutukluluklarının sürmesi, haksızlık ve hukuksuzluğun vardığı vahameti ortaya koyuyor.
“Türkiye’nin AB projesi”nde öncelikle demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü için yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlayıp yargıyı yürütmenin etkisinden kurtarması gerekiyor.