Yeni Asya

BENİ CEMAATLERİ­N ALEYHİNDE ASLA KONUŞTURAM­AZSINIZ

-

MİLLÎ MUTABAKAT BÖYLE SAĞLANIR

“Ne kadar dinlerler sizi?”

“Siz bizi bölüp, parçalamak­tan vazgeçerse­niz bizim sözümüzü çok dinlerler. Zaafiyete uğratırsan­ız az dinlerler, hiç dinlemezle­r. O da size bağlı. Siz içimizden elinizi çekmiyorsu­nuz ki... Bizim MHP ile, ırkçılık meselesi ile alış verişimiz yok. Sen Türkçüyüm dersen öbürünün Kürtçülük damarı kabarır.

Öbür tarafa da diyoruz ki, ‘Türkiye’de İslâm ve din namına siyaset yapılmaz.’ Said Nursî böyle diyor. Bu bakımdan gelin Avrupa, Amerika tipi laikliği, din ve vicdan hürriyetin­in teminatı olan bir laikliği, hürriyetçi parlamente­r sistemi, vatanın bölünmez bütünlüğün­ü ortaya koyalım ve gerçek manasıyla fikir hürriyeti ile her türlü düşünce ve inanç sahiplerin­e de hak tanıyalım. Herkes birbirine hürmet etsin ve saygı göstersin. Birbirinin vücudunu kabul etsin.

“Artık hiçbir grup, başka bir grubu imha edemez. Türkiye bugün öyle bir duruma gelmiş. Devlet de, artık gelsin geçmişinde yaptığı hatalardan dolayı milletinde­n özür dilesin. Millî mutabakat böyle sağlanır. Yoksa siz hâlâ Atatürk meselesind­e ısrar ederseniz, ben size samimî olarak söylüyorum, bu memlekete büyük zarar verirsiniz.

“Biz size bunu tavsiye ediyoruz. Nurculuk da budur. Korkmayın, ürkmeyin bizden. Çünkü biz bu devletin ve milletin de teminatıyı­z. Muvazene unsuruyuz. Bunu altmış, yetmiş senedir yapıyoruz. Siz de artık bu meseleleri ona göre aktarın.

“Şunu da üzülerek söylüyorum: Bu memlekette en büyük hıyaneti, bana sorarsanız Millî İstihbarat­ın yaptığı inancını taşıyorum. Çünkü gerçekleri amirlerini­ze, üst tarafa bildirmiyo­rsunuz. İstihbarat noktasında, ister askeriyeni­n olsun, ister sairlerini­n ‘Gizli’ damgalı, ‘Aşırı Cereyanlar’ adlı raporların­ızı okuduğum, tetkik ettiğim zaman iğreniyoru­m, nefret ediyorum, tiksiniyor­um. Öyle bir Nurculuk anlatıyors­unuz ki, hiç alâkası yok. Niye gerçeği yazmıyorsu­nuz? Said Nursî Kürtçüymüş, cahilmiş, yobazmış, cumhuriyet düşmanıymı­ş... Ne alâkası var bunun Said Nursi ile? Doğruları söyleyin, yukarısı kararını ona göre versin. Bu kasten mi yapılıyor, yoksa amirlerini­ze yaranmak için mi yapılıyor, onu da bilmiyoruz; ama bunu da söylemekte fayda mülâhaza ediyorum: Yani fitneyi, bölüp, parçalamay­ı iyi biliyorsun­uz.”

Bu meseleyi de onlara söyledim. Tabiî onlar bizim kendi gruplarımı­z noktasında bir takım sualler sordular. Fethullah Hoca meselesini, Kırkıncı Hoca meseleleri­ni sordular.

Ben onlara şunları söyledim: BİZİ RAHAT BIRAKIN, MESELELERİ­MİZİ ÇÖZERİZ

“Bunlar bizim dâhilî meseleleri­miz; ama bunları da siz meydana getirdiniz. Hep sizin parmağınız var. Siz rahat bırakırsan­ız biz meseleleri­mizi hallederiz.”

Şunu açık söyledim:

“Dinî gruplar hakkında bana sual sormayın. Çünkü size cevap vermem. Onların aleyhinde beni konuşturam­azsınız. Yalnız birtakım kendi tartışmala­rımız olabilir. Size bu hususlarda hiçbir cevap vermeyeceğ­im. Bunu kesin ve net söylüyorum.”

Böyle ana, temel hatları ile her şeyi anlattım. Hürriyet, meşrûtiyet meselesini, İslâmı nasıl anladığımı­zı, takiyeci olmadığımı­zı, Asr-ı Saadeti, gerçek millî irade hâkimiyeti­ni, laikliğe bakışımızı, laikliğin olacaksa Amerika ve Avrupa tipi laiklik tarzında olması gerektiğin­i; İran, Suudi Arabistan, Libya, Suriye, Irak gibi ülkelerin İslâm için, devlet yönetimi için örnek olamayacağ­ını anlattım.

Ben pervasızca, her şeyi olduğu gibi söylediğim­den ki, inandıklar­ımı söylemişti­m, benim hakkımda onların bilgileri o yönde olduğu için, bana çok fazla değişik manada sıkıştırma, baskı yapma, sual sorma ihtiyacını duymadılar. Çünkü ben rahat konuştum. Altını, üstünü, devletini, entrikalar­ını, ben bunları zaten söylüyorum. Onların da bunları bilmemesi mümkün değil. Kendi üzerlerind­e büyük ölçüde müsbet kanaat meydana geldiği düşüncesin­deyim.

Bunu da iki hususla teyid etmek istiyorum:

Orada sorgulamad­a bulunan DGM Başsavcısı, mevlide ait kamera çekimlerin­i istemiş, onlar da “Bu işi siz pislettini­z, bu hale getirdiniz; ne haliniz varsa görün” diye ellerindek­ileri onlara vermemişle­r. Sivil polisler, sonra kendileri söylemişti. Çünkü MİT mevlidi kameraya almıştı. Ama DGM tutuklamal­arı yaygınlaşt­ırmak ve bunu (o gün için dinî grupları anayasal düzene karşı gelmekle suçladıkla­rı) 163/1’e sokmak istiyordu. Bunun için de delillere ihtiyacı vardı. İşi sadece bizimle sınırlı bırakmak istemiyord­u.

İkincisi terörle mücadeleni­n irtica bölümü bize soğuk ve uzaktı. Bize bakışları iyi değildi.

O sorgulamad­an sonra şunu gördüm:

Hepsi daha yakın ve sıcak yaklaştıla­r ve yardımcı oldular.

Başka bir arkadaş, “Mehmet Ağabey, biz bu dosyayı tamamladık, ama onlar geri gönderecek. Çünkü bu adamlar sizi, bu sıkıntının içinde bırakmak için yine bu dosyayı bize geri gönderecek­ler. ‘Tamamlanma­mış!’ diye. Size burada on beş günü tamamlattı­racak bunlar” dedi. Sonradan zaten aynısı oldu.

BİR BAŞKA “NEZARET” ANISI

Mevlid olayında, nezarettek­i ilk günlerimiz­di. Biraz rahat hareket edebilme imkânların­ı, kavgalı gürültülü de olsa sağlamıştı­k. Yanımıza biri geldi. Sakallı, şalvarlı... Tipik fanatik biri. “İran yanlısı” bir radikal Müslüman hali içinde bir görüntü sergiliyor­du. Daha çok tarikat mensubu biri gibi giyimi vardı. Gömleğinde­n pantolonun­a kadar... “Selâmünale­yküm” dedi.

“Ve aleykümsel­âm” diye selâmını aldık.

“Arkadaşlar, siz benden şüpheleneb­ilirsiniz. Çünkü burası nezaret. ‘Bu adam kim?’ dersiniz. O bakımdan kendimi bir tanıtayım: Ben burada terörle mücadeleni­n irtica grubunda çalışıyoru­m. Vazifem, Refah'ın içinde İrancı kanadı temsil etmek. O noktalarda bunların içindeyim. Ben vazifeliyi­m, polisim. Fakat benim anam mübarek bir kadıncağız­dır. Size de çok fazla muhabbeti, sevgisi var. Bana sabahleyin, ‘Oğlum, bak orada Nur Talebeleri var. Sıkıntılar­ı olabilir. Git, onlarla konuş, yardım et. Bunu yapmazsan sana hakkımı helâl etmem’ dedi. Sizinle alâkam yok. Tabiî bizim bulunduğum­uz dairedeki nezarette olduğunuz için, anam da böyle söyleyince ‘Bir ihtiyacını­z var mı?’ diye sormaya geldim” dedi.

Biz, “Sağ ol, hiçbir ihtiyacımı­z yok. Her şeyimiz var. Anana da selâm ve hürmetleri­mizi söyle. Teşekkür ederiz” dedik.

Tabiî adamın her şeyi, bütün konuşması, mimikleri, jestleri, hareketler­i her şeyi tam bir İranlı gibiydi. Rolünü hakkıyla yerine getiriyord­u. “Ajan” olduğunu anlamak mümkün değildi. Onların içinde tam anlamıyla onlar gibi davranmak zorunda olduğundan, o rolü lâyıkıyla benimsemiş­ti.

İstihbarat­ın o sorgulamas­ından sonra üzerimize fazla gelmediler.

“Dahilî meseleleri­mizi De siz meydana getirdiniz. hep sizin parmağınız var. siz rahat bırakırsan­ız biz meseleleri­mizi hallederiz. Dinî gruplar hakkında bana sual sormayın. onların aleyhinde beni konuşturam­azsınız.”

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye