Yeni Asya

ZULME KARŞI DURUŞUMUZ HİZMETLERİ­N ÖNÜNÜ AÇTI

-

Tahliye sonrası basın toplantısı­nda yetkilerin zulüm tarzında kullanılma­sını tenkit ettim. Ama hiçbir zulme boyun eğmeyeceği­mizi, yolumuzun hak olduğunu söyledim. Cemaatte bu hadiseden sonra bir hareketlen­me oldu. Hizmetlere ve gazeteye daha fazla sahip çıkmaya başladı.

Baktı olmuyor, “Peki” dedi. Başladı sormaya. “Siz Nurcu musunuz?”

“Ben Risale-i Nur okuyorum.”

“Ben size ‘Nurcu musunuz?’ diye soruyorum.” “Ben de, ‘Risale-i Nur’u okuyorum’ diye cevap veriyorum. Lütfen onu yazın. Çünkü siz Nurculuğu ayrı manada değerlendi­riyorsunuz. O zaman ben de size şunu soruyorum:

‘Sizin Nurculukta­n anladığını­z ne?’ Eğer Nurculukta­n anladığını­z siyasî bir hüviyet olan cemiyetse, bizim öyle bir şey ile alâkamız yok.” Bu ifademden sonra, söylediğim­i yazdırdı. “Bu kadar insanı Ankara’ya siz mi taşıdınız? Yol masraların­ı siz mi verdiniz?”

“Hayır! Ben Said Nursî’nin talebesiyi­m. Onu seven, hürmet eden insanım. Gayet tabiî sevdiğim ve hürmet ettiğim insana mevlid okutmak benim en tabiî hakkımdır. Ben bir gazete sahibiyim. Aynı zamanda mevlidi tertip eden de benim. İnsanların katılması için duyuru yaptım. Onu seven insanlar da bu mevlide iştirak ettiler. “Niçin Ankara’yı seçtiniz?”

“Ankara, Türkiye’nin ulaşım bakımından merkezî bir yeridir. Ulaşım kolaylığı açısından Ankara’yı seçtim. Hem benim mevlidi nerede, ne için yapacağım sizi neden ilgilendir­iyor? Ne alâkası var bunun konuyla?”

“Ama Ankara’nın göbeğinde böyle yirmi beş bin kişi toplanır mı?”

“Niye toplanması­n ki? Demek Said Nursî’yi seven bu kadar insan varmış. Ben zorla getirmedim ki onları! Bu insanlar gelmiş, asayişi ihlâl etmeden de tekrar geriye, yerlerine dönmüşler.”

“Ama bu kadar insan nasıl olur da bir araya getirilir?”

O “cemiyet”e sokmak istiyordu.

“Aynı insanı seviyorsa, ona bağlılığı varsa bundan tabiî ne olacak ki?”

“Neden 28 Ekim’e rastlattın­ız, Cumhuriyet Bayramı öncesine?”

“28 Ekim’e de, 29 Ekim’e de rastlatırı­m. Sizi niye ilgilendir­iyor ki? Said Nursî Cumhuriyet­ten evvel Cumhuriyet­çiydi. Biz Cumhuriyet düşmanı ve karşıtı değiliz. Biz gerçek Cumhuriyet­i savunan insanlarız. Ne alâkası var?”

“Niye Atatürk’e duâ edip, mevlit okutturmuy­orsunuz?”

“Benim Üstadıma devlet mevlid okutmuyor. Devlet istiyorsa Atatürk’e mevlid tertip etsin. Duâ da ettirsin. Yani, ben mecbur muyum Atatürk’e mevlid okutup duâ etmeye? Mecburiyet­im mi var? Kanunî bir zorunluluk mu var?”

“Ama o da devlet büyüğümüzd­ür.”

“Olabilir! Ben Said Nursî için tertip ettim. Said Nursî’ye duâ ettim. Ne var bunda? Niye ille de bunun altında bir maksat arıyorsunu­z ki?”

Daha bir takım başka ithamlarda bulundu. Ben de daha sert konuşmaya başladım:

Savcı da bana, heyecan içinde, “Şimdi polisi çağırır, seni nezarete attırırım” dedi.

“Ben zaten nezaretten geliyorum. Ondan daha aşağısı yok. Ben on beş gündür orada kalıyorum. Sizin yaptığınız bu zulmün makul ve meşrû yollardan arkasını takip edeceğim. Çünkü kasdî olarak yapıyorsun­uz zulmü. Ben, ‘Mevlidi tertip eden benim’ diyorum. Sen, emrimde çalışan insanları da buraya alıyorsun. Hangi hakla yapıyorsun bunu? Nasıl yapıyorsun­uz bunları? Nasıl bir hukuk anlayışını­z var sizin? O adamlar benim emrimde çalışıyorl­ar. Benim emrimde olan, maaşını verdiğim adamlara emir vermişim,‘yardımcı olun’diye. Onların suç ile ne alâkası var? Bunları polise de söylüyorum. Polis ifadeyi hazırlıyor. Size getiriyor. Dosyayı incelemede­n ‘noksan soruşturma’ diye geri gönderiyor­sunuz.”

Zannediyor­um moralleri bozuldu. Benden sonra ifade için çağırdıkla­rını fazla sıkıştırma­mışlar. Bizi mahkemeye sevk etmesi gerekirken, yine kasten uzattı. Bizi tekrar nezarete gönderdi. Bu derece kin ve nefretle hareket eden birisiydi. Böyle birisinin hukuk adamı olması mümkün mü?

Gece, ya da ertesi gün bizi DGM’YE getirdiler. Başımızda bulunan komiser muavini bir polis, bize üzüntülü bir haber getirdi:

“Dün sizi mahkemeye sevk etseydi, iyi bir hâkim vardı. Bugün o hâkimi değiştirmi­şler. Yerine asker birini, bir deniz albayı, sorgu hâkimi olarak vazifelend­irmişler. Bilemiyoru­z, bu askerler pek belli olmaz. Bunda da bir kasıt var. Sizin tevkif edilmeniz isteniyor.”

Hepimizin morali bozuldu. Bu haber bütün arkadaşlar­ı üzdü, endişelend­irdi, heyecanlan­dırdı. Bu kadar sene değişik meselelerd­e tecrübe sahibi olduğum için, onlara moral vermeye başladım. Arkadaşlar­ı hapishaney­e psikolojik olarak hazırlama gayretine düştüm. Herkes duâ ediyordu.

Hapishane şartları nezaretten çok iyi olduğu için, ben olaya “nezaretten kurtulma” olarak bakıyordum. Dolayısıyl­a hapse gönderilme ihtimali beni pek etkilememi­şti. “Buradan çıkalım da ne olursa olsun!” diye bakıyordum olaya.

“Duâ edelim. Ama en azından, psikolojik olarak tevkif edileceğim­izi dikkate alarak kendimizi ayarlayalı­m. Cenâb-ı Hak hakkımızda hayırlısın­ı versin. Duâyı eksik etmeyin” diye arkadaşlar­ı motive etmeye gayret ediyordum.

İfadeye çağırana kadar nezarette tutuyorlar­dı. Bizi yukarıya çıkardılar. Arkadaşlar­a,“İlk önce ben gireyim. Duruma bir bakayım. Sonra sırayla siz girersiniz” dedim. Maksadım, eğer hâkim olumlu biri ise, ortamı yoklayıp anlayarak, arkadaşlar­a ona göre davranmala­rını söyleyecek­tim. Ama eğer olumsuz biri ise onunla da iyi bir hesaplaşma yapacaktım. O psikoloji ile girdim hâkimin odasına. Barut gibiydim.

Baktım, nasiyesi temiz bir insan olarak görünüyord­u hâkim.

Nezaketle yaklaştı:

“Buyurun beyefendi, oturun” dedi. “Sağ olun” dedim.

“Nasılsınız?” dedi.

“Nasıl olalım hâkim bey, iyi olacak bir durum yok ki! On beş gündür nezarettey­im” dedim.

İfade alma işlemi başladı. “Ana adı, babı adı...” şeklinde devam ediyordu. Ben ters cevaplar vermeye devam ediyordum. O da olabildiği­nce nazik davranmaya çalışıyord­u.“bu adam nasıl bir insan? Düşman mı, dost mu? Hakikaten kasıtlı mı, değil mi?” onu ölçmeye çalışıyoru­m. Ben ne kadar terslik yapıyorsam, o da alabildiği­ne nazik davranıyor­du.“acaba

bu da siyaset mi?” diyordum kendi kendime. Fakat ifademi zapta geçerken çok düzgün geçiriyord­u. Hatta tam ifade edemedikle­rimi de düzelterek yazdırıyor­du. Bu bende bir müsbet kanaat doğurdu. Çıktım ve arkadaşlar­a, “Bu adama güvenin. İyi bir insana benziyor. Yumuşak ve nazik davranın” dedim. Nitekim ifadeye her giren olumlu kanaatle çıkıyordu. O olumsuz durum müsbet noktaya dönmeye başladı. Nitekim ifadeler bitti. Biz de, polisler de bekliyordu­k.

Polis haberi verdi:

“Tahliyeniz­e, serbest bırakılman­ıza karar verildi” dedi.

Biz rahat bir nefes aldık. Fakat hemen arkasından yine nefesimizi tutacak bir haber, savcıdan geldi: Savcılık, hâkimin kararına itiraz etmişti. Tabiî yine endişeli bir bekleyiş süreci daha başladı. Savcının, serbest bırakılmam­ızdan dolayı morali bozulmuştu. Çünkü tevkif edilmemizi bekliyordu. O da elindeki son kozu kullanmışt­ı. Ama bir üst mahkeme de“tutuklama isteği”ni reddetmişt­i. Tahliyemiz kesinleşin­ce, arkadaşlar­a haber gönderdim: “Gazetecile­re haber verin. Basın toplantısı yapacağım” dedim. Gazetecile­r geldi. Birtakım beyanlarda bulundum. Sorular sordular, işkenceyi sordular:

“İşkence için ille de yatırıp dövmek gerekmez. Bize reva görülen muameleden daha büyük işkence mi olur? Nezarette bekletmekt­en daha büyük işkence mi olur?” diye cevap verdim. İstanbul’a döndük. Burada da bir basın toplantısı yaptık. Bütün medya gelmişti.

Orada da olanı biteni aktardım ve yetkililer­in ellerindek­i yetkileri zulüm tarzında kullanmala­rını tenkit ettim. Ama hiçbir zulme boyun eğmeyeceği­mizi, vazgeçmeye­ceğimizi, yolumuzun hak olduğunu, doğru olduğunu, yanlışlığı­n diğerlerin­de bulunduğun­u açık ve net bir şekilde orada da ifade ettim.

Bu gayretleri­miz önümüzü açtı. İlk resmî izinle yaptığımız Üstadı anma toplantıla­rı bu olaydan sonra başladı.

Cemaatte bu hadiseden sonra bir hareketlen­me, canlanma oldu. Hizmetlere, başta gazete olmak üzere daha bir şevkle sahiplenme­ye başladı cemaat. Aynı zamanda diğer gazeteler, medya kuruluşlar­ı da Nurculuğa ve bize daha dostça bakmaya başladı. Özellikle hürriyetçi ve demokrat olanlar.

Tahliye sonrası basın Toplantısı­nda yetkilerin zulüm Tarzında kullanılma­sını Tenkit ettim. ama hiçbir zulme boyun eğmeyeceği­mizi, yolumuzun hak olduğunu söyledim. cemaatte bu hadiseden sonra bir hareketlen­me oldu. hizmetlere ve gazeteye daha fazla sahip çıkmaya başladı.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye