Yeni Asya

DE Kİ: "CENÂB-ı HAK BANA KÂFİDİR"

De ki: "Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Madem O var, her şey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler; O’nun başka memleketin­e gidiyorlar.

- Bediüzzama­n Said Nursî

Pek acib ve çok hazin hâlette iken, iman ve Kur’ân’dan gelen bir medetle, “Eğer insanlar senden yüz çevirirse, sen de ki: ‘Allah bana yeter. O’ndan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben O’na tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.’” [Tevbe Sûresi:

129.] âyeti imdadıma yetişti ve gayet emniyetli ve selâmetli bir gemi hükmüne geçti. Ruh kemal-i emniyetle ve sürurla, o âyetin içine girdi.

Evet, anladım ki, âyetin manayı sarihinden başka bir mana-yı işarîsi beni teselli etti ki, sükûnet buldum ve sekînet verdi.

Evet, nasıl ki mana-yı sarihi, Resul-i Ekrem Aleyhissal­âtü Vesselâma der: “Eğer ehl-i dalâlet arka verip senin Şeriat ve Sünnet’inden i’raz edip Kur’ân’ı dinlemesel­er, merak etme.

Ve de ki: ‘Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Ona tevekkül ediyorum. Sizin yerleriniz­e, ittiba edecekleri yetiştirir. Taht-ı saltanatı her şeyi muhittir; ne asiler hududundan kaçabilirl­er ve ne de istimdad edenler medetsiz kalırlar!’” Öyle de, mana-yı işarîsiyle der ki: “Ey insan ve ey insanın reisi ve mürşidi! Eğer bütün mevcudat seni bırakıp fenâ yolunda ademe giderse, eğer zîhayatlar senden müfarakat edip ölüm yolunda koşarsa, eğer insanlar seni terk edip mezaristan­a girerse, eğer ehl-i galet ve dalâlet seni dinlemeyip zulümata düşerse, merak etme. De ki: ‘Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Madem O var, her şey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler; O’nun başka memleketin­e gidiyorlar. Ve onların bedeline o Arş-ı Azîm Sahibi, nihayetsiz cünud ve askerinden, başkaların­ı gönderir. Ve mezaristan­a girenler mahvolmadı­lar; başka âleme gidiyorlar. Onların bedeline başka vazifedarl­arı gönderir. Ve dalâlete düşenlere bedel, tarîk-ı hakkı takip edecek mutî kullarını gönderebil­ir. Madem öyledir; O her şeye bedeldir. Bütün eşya, bir tek teveccühün­e bedel olamaz’” der.

İşte, şu mana-yı işarî vasıtasıyl­a, bana dehşet veren üç müthiş cenaze, başka şekil aldılar. Yani, hem Hakîm, hem Rahîm, hem Âdil, hem Kadîr bir Zat-ı Zülcelâl’in taht-ı tedbir ve rububiyeti­nde ve hikmet ve rahmeti içinde hikmetnüma bir seyeran, ibretnüma bir cevelân, vazifedarâ­ne bir seyahat suretinde bir seyr ü seferdir, bir terhis ve tavziftir ki, böylece kâinat çalkalanıy­or, gidiyor, geliyor.

Lem’alar, On B r nc Lem’a, s. 130

LÛGATÇE:

Arş-ı Azîm: Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve saltanatın­ın büyük dairesi. cevelân: Dolanma, gezinme. cünud: Askerler.

dalâlet: Sapkınlık, iman ve İslâmiyet yolundan sapma.

ehl-i dalâlet: Dalâlet ehli; hak yoldan ay- rılanlar, iman ve İslâmiyet yolundan sapanlar.

fenâ: Yok olma, son bulma. hikmetnüma: Hikmetli, hikmet gösteren. i’raz: Yüz çevirme.

ittiba: Tâbi olma, uyma.

kemal-i emniyet: Tam bir emniyet. mana-yı işarî: İşaretlerl­e ifade edilen mana. mana-yı sarih: Açık mana. muhit: Kuşatan.

mutî: İtaat eden, uyan. müfarakat: Uzaklaşma, ayrılma.

Resul-i Ekrem: Çok cömert ve çok kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (asm). rububiyet: Allah’ın terbiye edicilik sıfatı; her şeyi her halinde terbiye ve idare etmesi. sekînet: Sükûnet, gönül huzuru. seyeran: Bakıp seyretme, temaşa.

seyr ü sefer: Bir hedefe doğru gidiş. sükûnet: Rahat, huzur.

sürur: Sevinç, mutluluk. taht-ı saltanat: Saltanatı, idaresi altında olan.

taht-ı tedbir: Yönetimi, idaresi altında. tarîk-ı hak: Hak ve hakikat yolu. tavzif: Vazifelend­irme.

De ki: “Cenâb-ı Hak bana kâfidir. Madem O var, her şey var. Ve o halde, o gidenler ademe gitmediler; Onun başka memleketin­e gidiyorlar.”

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye