MUSİBETİ Rıza ve TEVEKKÜLLE KARŞıLAMALı
Ne vakit o merakı, kazaya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafileşe hafileşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider
(Dünden devam) kinci Mesele: Maddî musîbetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehacüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi, maddî musîbetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür.
Merak vasıtasıyla o musîbet cesetten geçerek kalpte de kökleşir, bir manevî musîbeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazaya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musîbet hafileşe hafileşe, kökü kesilmiş
İBu dünyadan bir bilge geçti: Alia İzzet
Begoviç (19 Ekim 2003) osna Savaşı 1992 yılı baharında başladı. Sırplar Avrupa’nın kalbinde açan masmavi çiçek Bosna’yı yakıp yıktılar. Kadın kız, çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden 312 bin kişiyi katlettiler. Binlerce çocuk annesiz, babasız kaldı. Bahçelerdeki çiçekleri ezdiler, kundaktaki çocukları süngülediler. Ağaçları yaktılar, ihtiyarları ağlattılar. Utançlarını gizlemek için dağ başlarındaki toplu mezarlara şehitleri sakladılar. Fakat unuttukları bir şey vardı. Hiçbir yalan ilelebet sürdürülemezdi; hiçbir hakikat kıyamete kadar gizlenemezdi.
Bağaç gibi kurur, gider.
Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:
Bırak ey bîçare feryadı belâdan, kıl tevekkül!
Zira feryad, belâ ender, hata ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender, atâ ender belâdır bil.
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefa ender, fenâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.
Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Nasıl ki mübarezede müthiş bir hasma karşı gülmekle, adavet musâlahaya, husûmet şakaya döner, adavet küçülür mahvolur; tevekkül ile musîbete karşı çıkmak
MAVİ GÖZLERİYLE MUNİSE BİR ÇİÇEK: BOSNA
Kabil, Habil’i katlettikten sonra cinayeti gizlemek için toprağa gömmüştü, ama gün gelmiş, gerçek ifşa olmuştu. Efendimiz’in (asm) fesleğeni Hz. Hüseyin Yezid tarafından şehit edilmiş, kimseler duymasın diye bir tepeye defnedilmiş, ama burcu burcu kokusu etrafa yayılınca sevenleri “Hüseyin’in kokusu bu” deyip kabrini bulmuşlardı. Elbette zamanının Kabil’i, Yezid’i bazı Sırpların katlettiği Habillerin, Hüseyinlerin kabri gün gelecek gün yüzüne çıkacaktı. O gün kısa zamanda geldi. Allah çiçekleri ve kelebekleri elçi gönderdi. Toplu mezarların üzerinde ölüm çiçekleri yeşerdi. Çiçeklerin kokusunu hisseden mavi kelebekler sema’ya kalktı, bölük bölük ölüm çiçeklerinin ülkesine vardı. Kelebekleri takip edenler önce ölüm çiçeklerini, ardından da Bosna’nın ebedî çiçekleri şehitleri buldular. Bu şekilde üç yüz toplu mezar tesbit edildi.
O gün Bosna rahlesinde, Alia Begoviç’in kalbinde çiçekler kendi şiirini yazdı. Bu şiir dalga dalga dünyaya yayıldı.
“Hayi katre katre içim dalgalandı Katre katre allara boyandı
Kaldı ahım ellerinde
Canım havalandı
Yukarıda dünya
Gönüllerin hepsi de hasta
Coşa koşa geçtiğimiz tarlalar sessiz yasta Katre katre kapılar dayandı dahi öyledir.
Üçüncü Mesele: Her zamanın bir hükmü var. Şu galet zamanında musîbet şeklini değiştirmiş. Bazı zamanda ve bazı eşhasta belâ, belâ değil, belki bir lütf-u İlâhîdir.
Ben şu zamandaki hastalıklı sair musîbetzedeleri –fakat musîbet dine dokunmamak şartıyla– bahtiyar gördüğümden, hastalık ve musîbet aleyhtarı bulunmak husûsunda bana bir fikir Katre katre ölüme dadandı
Bir çiçektin mezarımda
Ruhum oyalandı
Katre katre şeker de isterdim
Katre katre mutluluk düşlerdim Kemanımda, davulumda…
O gün ölüm çiçekleri ve kelebekler dünyaya çiçek aşısı yaptı. Vicdanı olanlar aşıya karşılık verdi, acılar paylaşıldı. Fakat kimseler katil Sırplara Kuduz Aşısı yapma cesaretini gösteremedi. Hâlbuki 150 yıl önce bu topraklarda yaşayan Bosnevî Hazretleri hasta gönüllere çiçek aşısı yapmıştı. Sokakta karşılaştığı çocukların çiçek çiçek açan yüzlerine gülümseyerek derin derin bakardı. Sebebi sorulunca ‘aşı yapıyorum’ derdi. Çiçek kadar narin çocukların ruhlarına ebedî Cennet tohumları atardı. Katliâmcı Sırplar maalesef ondan ders almamışlardı.
Kalbten hürmet ve merhamet çıkınca akıl ve fikir dehşetli canavarlar hükmüne geçebiliyor, akla hayale gelmedik zulümler işlenebiliyor. Zaman değişse de insanda zulüm damarı canlı kalıyor. Bediüzzaman da Bosnevî gibi dünyayı çiçek bahçesine çevirmeye çalışır. vermiyor. Ve bana, onlara acımak hissini îrâs etmiyor.
Çünkü hangi bir genç hasta yanıma gelmiş ise, görüyorum, emsallerine nisbeten bir derece vazife-i diniyeye ve ahirete karşı merbutiyeti var. Ondan anlıyorum ki öyleler hakkında o nevi hastalıklar musîbet değil, bir nevi nimet-i İlâhiyedir. Çünkü çendan o hastalık onun dünyevî, fânî, kısacık hayatına bir zahmet îrâs ediyor, fakat onun ebedî hayatına faydası dokunuyor. Bir nevi ibadet hükmüne geçiyor. Eğer sıhhat bulsa, gençlik sarhoşluğuyla ve zamanın sefahetiyle, elbette hastalık hâletini muhafaza edemeyecek, belki sefahete atılacak.
Lem’alar, İkinci Lem’a, s. 26-27 Çocuklara, gençlere, ihtiyarlara, kadınlara, hastalara ayrı ayrı çiçek aşıları hazırlar. Ne var ki o da ülkesinde Bosnalıların çilelerini hatırlatan sıkıntılar yaşar. 1923 yılında Ankara’da zamanın Sırplaşmış ruhlarından bazılarıyla karşılaşır. Bunlar aşı tutacak gibi değildir. Üstelik kendi aşılarını üretmişlerdir. Muhalilerini “çiçek aşısı” yapıyoruz diyerek zehirlemeye kalkmışlardır. Bediüzzaman da payını alır. Fakat bünyesi sağlam olduğundan zehre cevap verir, iyileşir.
20 yıl sonra Denizli Hapsi’nde de ona ve talebelerine çiçek aşısı yapılır. Çok acı çeker. Yine zehir verilmesinden şüphelenir. O gün zehirlendi mi bilinmez, ama bir zaman sonra tam kalbinin üzerinden zehir şırınga edilir. Her şey kaderde yazılıdır. Allah’a iman edene bütün dünya toplansa zarar veremeyecektir. O gün de öyle olur. Bediüzzaman o aşıdan sonra 17 yıl daha yaşar. 1960 yılında Bosnalı çocuklar gibi tertemiz şehiden toprağa düşer. Asırlar önce Kerbelâ’da dedesi Hz. Hüseyin’i katledip gizli yerlere gömenler, asırlar sonra Bosna’da kadınları, çocukları, ihtiyarları, masumları şehit edip toplu mezarlarda cinayetlerini saklamaya kalkanlar o gün de Bediüzzaman’ı unutturmak için kabrinden kaldırıp gizli bir yere defnederler. Ne var ki tohum toprağa düşmüştür bir kere. Elbet gün gelecek kabrinde çiçekler açacak, çiçek kokularının izini takip eden Hz. Hüseyin ruhlu Bayramlar, Sungurlar, Zübeyirler kabrini bulacak, zamanla bu kokuyu dünyaya taşıyacaklardır. Kerbelâ ve Bosna’dan sonra Barla da Cennet kokularının dünyaya yayıldığı menzil olacaktır.
DOSTUN ÇİÇEKLERİ, DÜŞMANIN TÜFEKLERİ
Amerika’ya ilk yerleşen İngilizler yerli halka çiçek hastalığı bulaştırılmış battaniyeler verip öldürürler. Çiçeklerle gelirler, kanlarını içerler. Oysa çiçek dostluk, tüfek düşmanlık demektir. Dostun tüfeği çiçektir; düşmanı en zayıf yerinden, kalbinden vurur. Çiçeğin vurduğu yerde sevgi çiçekleri, tüfeğin vurduğu yerde kan çiçekleri açar. 1974 yılında Rumlar Kıbrıslı Müslümanları tahrik etmek için fethin sembolü iki camiyi bombalar. Rumların
LÛGATÇE:
adavet: Düşmanlık.
atâ ender: Lütuf içinde, bağış içinde.
belâ ender: Belâ, sıkıntı içinde.
cefa ender: Eziyet, sıkıntı içinde.
çendan: Gerçi; her ne kadar.
eşhas: Şahıslar.
fenâ ender: Fenâ, yokluk içinde.
hata ender: Hata içinde.
îrâs etme: Verme, sebep olma.
istinad etme: Dayanma.
izale etme: Giderme.
kaza: Olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir edilenlerin zamanı gelince meydana gelmesi.
merbutiyet: Bağlılık.
musâlaha: Barışma, uzlaşma.
mübareze: Kavga, dövüşme.
safa ender: Safa içinde, gönül rahatlığı içinde.
sefahet: Dinen yasak olan zevk ve eğlenceye düşkünlük.
tebeddül: Başkalaşma, değişme.
tehacüm: Hücum etme, saldırma.
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme.
vazife-i diniye: Dinî görev, sorumluluk. tavrına , şaşırmamak gerekiyordu. Sezai Karakoç’un da belirttiği gibi düşmandan çiçek yollaması beklenemezdi. O gün İstanbul’daki Hüseyinler, Bediüzzamanlar, Bosnevîler, Begoviçler aynısıyla mukabele etmezler. Düşmanı çiçekle selâmlarlar, Fener Patrikhanesine çiçek bırakırlar.
ÇİÇEK ÇOCUKLAR: BARKA SIDDIKLARI
İyiler mi çiçek yetiştirir, çiçekler mi iyi insan yetiştirir bilinmez, ama çiçeklerin olmadığı dünyada iyilikten ve güzellikten bahsedilemez her halde. Çiçeklerin sustuğu, tüfeklerin konuştuğu II. Dünya Savaşı’nda çiçekler ezilir; çocuklar ve çiçek gibi insanlar katledilir. Şükür ki o gün ekilen şer tohumları tutmaz, yirmi yıl sonra 68 kuşağı olarak bilinen Çiçek Çocuklar hareketine dönüşür. Savaşta çocukları katleden, bahçeleri talan eden, ağaçları yakıp yıkan Hitler’e bedduâ eden Bediüzzaman unutturulmak için Hitler ruhlu insanlar tarafından Barla’ya sürgün edilir (1926). 20 yıl sonra Sıddık Süleyman’ın Cennet Bahçesi’nde Barla Sıddıkları denilen Cennet Çiçekleri Muhacir Hafız Ahmetler, Şamlı Hafız Tevfikler, Mustafa Çavuşlar yeşerir.
Ah ki bilemedik, çocuklar, çiçekler, kelebekler, çiçek ruhlu insanlar hayatla ölüm arasında Allah’ın elçileridir. Dün Kerbelâ, Bosna, Barla, bu gün başka başka. Güzel şeyler hayattan sürgün edilse de, güzel insanlar katledilip üzerine ölü toprağı serpilse de gün geliyor kokusu gün yüzüne çıkıyor. Zahmetlerin arkasından rahmet, ölümlerin ardından hayat yeşeriyor. Hüseyinler, Bosnevîler, Bediüzzamanlar, Begoviçler toprağa düşse de çiçekten kokuları baki kalıyor, ebedî sesleri dünyada çalkalanıyor. “Bizi toprağa gömdüler, fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı… Her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey, düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.”
Ne mutlu çiçeklere, çocuklara, çiçek gibi çocuk ruhlu güzel insanlara…
Ne mutlu çiçek gönüllülerin seslerine ses veren dostlara.
Ne vakit o merakı, kazaya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musîbet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider.
O gün ölüm çiçekleri ve kelebekler dünyaya çiçek aşısı yaptı. Vicdanı olanlar aşıya karşılık verdi, acılar paylaşıldı. Fakat kimseler katil Sırplara Kuduz Aşısı yapma cesaretini gösteremedi. Hâlbuki 150 yıl önce bu topraklarda yaşayan Bosnevî Hazretleri hasta gönüllere çiçek aşısı yapmıştı.