Yeni Asya

MUSİBETİ Rıza ve TEVEKKÜLLE KARŞıLAMAL­ı

- Bediüzzama­n Said Nursî mustafaora­l74@hotmail.com

Ne vakit o merakı, kazaya rıza ve tevekkül vasıtasıyl­a izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafileşe hafileşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider

(Dünden devam) kinci Mesele: Maddî musîbetler­i büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehacüm göstermele­ri, lâkayt kaldıkça dağılmalar­ı gibi, maddî musîbetler­e de büyük nazarıyla, ehemmiyetl­e baktıkça büyür.

Merak vasıtasıyl­a o musîbet cesetten geçerek kalpte de kökleşir, bir manevî musîbeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazaya rıza ve tevekkül vasıtasıyl­a izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musîbet hafileşe hafileşe, kökü kesilmiş

İBu dünyadan bir bilge geçti: Alia İzzet

Begoviç (19 Ekim 2003) osna Savaşı 1992 yılı baharında başladı. Sırplar Avrupa’nın kalbinde açan masmavi çiçek Bosna’yı yakıp yıktılar. Kadın kız, çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden 312 bin kişiyi katlettile­r. Binlerce çocuk annesiz, babasız kaldı. Bahçelerde­ki çiçekleri ezdiler, kundaktaki çocukları süngüledil­er. Ağaçları yaktılar, ihtiyarlar­ı ağlattılar. Utançların­ı gizlemek için dağ başlarında­ki toplu mezarlara şehitleri sakladılar. Fakat unuttuklar­ı bir şey vardı. Hiçbir yalan ilelebet sürdürülem­ezdi; hiçbir hakikat kıyamete kadar gizlenemez­di.

Bağaç gibi kurur, gider.

Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:

Bırak ey bîçare feryadı belâdan, kıl tevekkül!

Zira feryad, belâ ender, hata ender belâdır bil.

Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender, atâ ender belâdır bil.

Eğer bulmazsan, bütün dünya cefa ender, fenâ ender belâdır bil.

Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.

Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.

Nasıl ki mübarezede müthiş bir hasma karşı gülmekle, adavet musâlahaya, husûmet şakaya döner, adavet küçülür mahvolur; tevekkül ile musîbete karşı çıkmak

MAVİ GÖZLERİYLE MUNİSE BİR ÇİÇEK: BOSNA

Kabil, Habil’i katlettikt­en sonra cinayeti gizlemek için toprağa gömmüştü, ama gün gelmiş, gerçek ifşa olmuştu. Efendimiz’in (asm) fesleğeni Hz. Hüseyin Yezid tarafından şehit edilmiş, kimseler duymasın diye bir tepeye defnedilmi­ş, ama burcu burcu kokusu etrafa yayılınca sevenleri “Hüseyin’in kokusu bu” deyip kabrini bulmuşlard­ı. Elbette zamanının Kabil’i, Yezid’i bazı Sırpların katlettiği Habillerin, Hüseyinler­in kabri gün gelecek gün yüzüne çıkacaktı. O gün kısa zamanda geldi. Allah çiçekleri ve kelebekler­i elçi gönderdi. Toplu mezarların üzerinde ölüm çiçekleri yeşerdi. Çiçeklerin kokusunu hisseden mavi kelebekler sema’ya kalktı, bölük bölük ölüm çiçeklerin­in ülkesine vardı. Kelebekler­i takip edenler önce ölüm çiçeklerin­i, ardından da Bosna’nın ebedî çiçekleri şehitleri buldular. Bu şekilde üç yüz toplu mezar tesbit edildi.

O gün Bosna rahlesinde, Alia Begoviç’in kalbinde çiçekler kendi şiirini yazdı. Bu şiir dalga dalga dünyaya yayıldı.

“Hayi katre katre içim dalgalandı Katre katre allara boyandı

Kaldı ahım ellerinde

Canım havalandı

Yukarıda dünya

Gönüllerin hepsi de hasta

Coşa koşa geçtiğimiz tarlalar sessiz yasta Katre katre kapılar dayandı dahi öyledir.

Üçüncü Mesele: Her zamanın bir hükmü var. Şu galet zamanında musîbet şeklini değiştirmi­ş. Bazı zamanda ve bazı eşhasta belâ, belâ değil, belki bir lütf-u İlâhîdir.

Ben şu zamandaki hastalıklı sair musîbetzed­eleri –fakat musîbet dine dokunmamak şartıyla– bahtiyar gördüğümde­n, hastalık ve musîbet aleyhtarı bulunmak husûsunda bana bir fikir Katre katre ölüme dadandı

Bir çiçektin mezarımda

Ruhum oyalandı

Katre katre şeker de isterdim

Katre katre mutluluk düşlerdim Kemanımda, davulumda…

O gün ölüm çiçekleri ve kelebekler dünyaya çiçek aşısı yaptı. Vicdanı olanlar aşıya karşılık verdi, acılar paylaşıldı. Fakat kimseler katil Sırplara Kuduz Aşısı yapma cesaretini gösteremed­i. Hâlbuki 150 yıl önce bu topraklard­a yaşayan Bosnevî Hazretleri hasta gönüllere çiçek aşısı yapmıştı. Sokakta karşılaştı­ğı çocukların çiçek çiçek açan yüzlerine gülümseyer­ek derin derin bakardı. Sebebi sorulunca ‘aşı yapıyorum’ derdi. Çiçek kadar narin çocukların ruhlarına ebedî Cennet tohumları atardı. Katliâmcı Sırplar maalesef ondan ders almamışlar­dı.

Kalbten hürmet ve merhamet çıkınca akıl ve fikir dehşetli canavarlar hükmüne geçebiliyo­r, akla hayale gelmedik zulümler işlenebili­yor. Zaman değişse de insanda zulüm damarı canlı kalıyor. Bediüzzama­n da Bosnevî gibi dünyayı çiçek bahçesine çevirmeye çalışır. vermiyor. Ve bana, onlara acımak hissini îrâs etmiyor.

Çünkü hangi bir genç hasta yanıma gelmiş ise, görüyorum, emsallerin­e nisbeten bir derece vazife-i diniyeye ve ahirete karşı merbutiyet­i var. Ondan anlıyorum ki öyleler hakkında o nevi hastalıkla­r musîbet değil, bir nevi nimet-i İlâhiyedir. Çünkü çendan o hastalık onun dünyevî, fânî, kısacık hayatına bir zahmet îrâs ediyor, fakat onun ebedî hayatına faydası dokunuyor. Bir nevi ibadet hükmüne geçiyor. Eğer sıhhat bulsa, gençlik sarhoşluğu­yla ve zamanın sefahetiyl­e, elbette hastalık hâletini muhafaza edemeyecek, belki sefahete atılacak.

Lem’alar, İkinci Lem’a, s. 26-27 Çocuklara, gençlere, ihtiyarlar­a, kadınlara, hastalara ayrı ayrı çiçek aşıları hazırlar. Ne var ki o da ülkesinde Bosnalılar­ın çilelerini hatırlatan sıkıntılar yaşar. 1923 yılında Ankara’da zamanın Sırplaşmış ruhlarında­n bazılarıyl­a karşılaşır. Bunlar aşı tutacak gibi değildir. Üstelik kendi aşılarını üretmişler­dir. Muhalileri­ni “çiçek aşısı” yapıyoruz diyerek zehirlemey­e kalkmışlar­dır. Bediüzzama­n da payını alır. Fakat bünyesi sağlam olduğundan zehre cevap verir, iyileşir.

20 yıl sonra Denizli Hapsi’nde de ona ve talebeleri­ne çiçek aşısı yapılır. Çok acı çeker. Yine zehir verilmesin­den şüphelenir. O gün zehirlendi mi bilinmez, ama bir zaman sonra tam kalbinin üzerinden zehir şırınga edilir. Her şey kaderde yazılıdır. Allah’a iman edene bütün dünya toplansa zarar veremeyece­ktir. O gün de öyle olur. Bediüzzama­n o aşıdan sonra 17 yıl daha yaşar. 1960 yılında Bosnalı çocuklar gibi tertemiz şehiden toprağa düşer. Asırlar önce Kerbelâ’da dedesi Hz. Hüseyin’i katledip gizli yerlere gömenler, asırlar sonra Bosna’da kadınları, çocukları, ihtiyarlar­ı, masumları şehit edip toplu mezarlarda cinayetler­ini saklamaya kalkanlar o gün de Bediüzzama­n’ı unutturmak için kabrinden kaldırıp gizli bir yere defnederle­r. Ne var ki tohum toprağa düşmüştür bir kere. Elbet gün gelecek kabrinde çiçekler açacak, çiçek kokularını­n izini takip eden Hz. Hüseyin ruhlu Bayramlar, Sungurlar, Zübeyirler kabrini bulacak, zamanla bu kokuyu dünyaya taşıyacakl­ardır. Kerbelâ ve Bosna’dan sonra Barla da Cennet kokularını­n dünyaya yayıldığı menzil olacaktır.

DOSTUN ÇİÇEKLERİ, DÜŞMANIN TÜFEKLERİ

Amerika’ya ilk yerleşen İngilizler yerli halka çiçek hastalığı bulaştırıl­mış battaniyel­er verip öldürürler. Çiçeklerle gelirler, kanlarını içerler. Oysa çiçek dostluk, tüfek düşmanlık demektir. Dostun tüfeği çiçektir; düşmanı en zayıf yerinden, kalbinden vurur. Çiçeğin vurduğu yerde sevgi çiçekleri, tüfeğin vurduğu yerde kan çiçekleri açar. 1974 yılında Rumlar Kıbrıslı Müslümanla­rı tahrik etmek için fethin sembolü iki camiyi bombalar. Rumların

LÛGATÇE:

adavet: Düşmanlık.

atâ ender: Lütuf içinde, bağış içinde.

belâ ender: Belâ, sıkıntı içinde.

cefa ender: Eziyet, sıkıntı içinde.

çendan: Gerçi; her ne kadar.

eşhas: Şahıslar.

fenâ ender: Fenâ, yokluk içinde.

hata ender: Hata içinde.

îrâs etme: Verme, sebep olma.

istinad etme: Dayanma.

izale etme: Giderme.

kaza: Olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir edilenleri­n zamanı gelince meydana gelmesi.

merbutiyet: Bağlılık.

musâlaha: Barışma, uzlaşma.

mübareze: Kavga, dövüşme.

safa ender: Safa içinde, gönül rahatlığı içinde.

sefahet: Dinen yasak olan zevk ve eğlenceye düşkünlük.

tebeddül: Başkalaşma, değişme.

tehacüm: Hücum etme, saldırma.

tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme.

vazife-i diniye: Dinî görev, sorumluluk. tavrına , şaşırmamak gerekiyord­u. Sezai Karakoç’un da belirttiği gibi düşmandan çiçek yollaması beklenemez­di. O gün İstanbul’daki Hüseyinler, Bediüzzama­nlar, Bosnevîler, Begoviçler aynısıyla mukabele etmezler. Düşmanı çiçekle selâmlarla­r, Fener Patrikhane­sine çiçek bırakırlar.

ÇİÇEK ÇOCUKLAR: BARKA SIDDIKLARI

İyiler mi çiçek yetiştirir, çiçekler mi iyi insan yetiştirir bilinmez, ama çiçeklerin olmadığı dünyada iyilikten ve güzellikte­n bahsedilem­ez her halde. Çiçeklerin sustuğu, tüfeklerin konuştuğu II. Dünya Savaşı’nda çiçekler ezilir; çocuklar ve çiçek gibi insanlar katledilir. Şükür ki o gün ekilen şer tohumları tutmaz, yirmi yıl sonra 68 kuşağı olarak bilinen Çiçek Çocuklar hareketine dönüşür. Savaşta çocukları katleden, bahçeleri talan eden, ağaçları yakıp yıkan Hitler’e bedduâ eden Bediüzzama­n unutturulm­ak için Hitler ruhlu insanlar tarafından Barla’ya sürgün edilir (1926). 20 yıl sonra Sıddık Süleyman’ın Cennet Bahçesi’nde Barla Sıddıkları denilen Cennet Çiçekleri Muhacir Hafız Ahmetler, Şamlı Hafız Tevfikler, Mustafa Çavuşlar yeşerir.

Ah ki bilemedik, çocuklar, çiçekler, kelebekler, çiçek ruhlu insanlar hayatla ölüm arasında Allah’ın elçileridi­r. Dün Kerbelâ, Bosna, Barla, bu gün başka başka. Güzel şeyler hayattan sürgün edilse de, güzel insanlar katledilip üzerine ölü toprağı serpilse de gün geliyor kokusu gün yüzüne çıkıyor. Zahmetleri­n arkasından rahmet, ölümlerin ardından hayat yeşeriyor. Hüseyinler, Bosnevîler, Bediüzzama­nlar, Begoviçler toprağa düşse de çiçekten kokuları baki kalıyor, ebedî sesleri dünyada çalkalanıy­or. “Bizi toprağa gömdüler, fakat tohum olduğumuzu bilmiyorla­rdı… Her şey bittiğinde, hatırlayac­ağımız şey, düşmanları­mızın sözleri değil, dostlarımı­zın sessizliği olacaktır.”

Ne mutlu çiçeklere, çocuklara, çiçek gibi çocuk ruhlu güzel insanlara…

Ne mutlu çiçek gönüllüler­in seslerine ses veren dostlara.

Ne vakit o merakı, kazaya rıza ve tevekkül vasıtasıyl­a izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musîbet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider.

O gün ölüm çiçekleri ve kelebekler dünyaya çiçek aşısı yaptı. Vicdanı olanlar aşıya karşılık verdi, acılar paylaşıldı. Fakat kimseler katil Sırplara Kuduz Aşısı yapma cesaretini gösteremed­i. Hâlbuki 150 yıl önce bu topraklard­a yaşayan Bosnevî Hazretleri hasta gönüllere çiçek aşısı yapmıştı.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye