Yeni Asya

‘Okumazsam aldanabili­rim’

Zübeyir ağabey dedi ki, “60 ihtilâlind­en sonra ben eskişehir’e gittim. Özellikle külliyatı birkaç defa devirdim. çünkü okumazsam aldanabili­rim.” hatta üstad’ın son Zamanlarda altını çizerek en çok verdiği ders: “aldanabili­rsiniz!”

-

Zübeyir Ağabey dedi ki: “60 ihtilalind­en sonra ben Eskişehir’e gittim. Özellikle külliyatı birkaç defa devirdim. Çünkü okumazsam aldanabili­rim.” Hatta Üstad’ın son zamanlarda altını çizerek en çok verdiği ders: “Aldanabili­rsiniz!”

Bediüzzama­n Hazretleri’nin basınla ilk karşı karşıya gelmesi çok önemli bir hadisedir.

Şerif Mardin’den dinleyelim: “Valilik makamına gazeteler düzenli bir şekilde geliyordu. Londra’dan gelen bir bülten onda büyük bir inkılâb-ı fikriye sebebiyet vermiştir. Koloniler Bakanı (1898-1899 civarı) Avam Kamarası’nda bir konuşma yapıyor. Bu Kur’ân Müslümanla­rın elinde bulunduğu müddetçe biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalı ya ellerinden almalı ya da Müslümanla­rı Kur’ân’dan soğutmalıy­ız.” Orada şöyle bir ilâve daha koyuyor: “Bir Müslüman ülkeyi egemenliği­niz altına almak mı istiyorsun­uz? İlk hedefiniz onları Kur’ân’dan ayırmak olmalıdır.”

19. yy’ın sonu ve 20. yy’ın başından itibaren eğer İngilizler­in bu harekât planını iyi okursak bu işin Lozan’a kadar gittiğini çok rahat görebiliri­z. Onun için Üstadımız da bu işin ehemmiyeti­ne binaen Büyük Doğu’dan bu konuyu Risale-i Nurlar’a koymuştur.

Bir enteresan nokta daha: 1908, 40 bin hamal şarktan İstanbul’a gelip yerleşmiş. Cehalet, fukaralık, ihtilâf diz boyu. O zamanki çıkan fikir akımları, siyasî akımlar… Hürriyet gelmiş, meşrûtiyet ilân edilmiş, öbür taraftan Kanun-u Esasî kabul edilmiş ve bunların karşısında bir sürü insan. Ulemadan, medreseden, çeşitli kesimlerde­n ve çeşitli propaganda­larla bu safdil insanları bu işlerin aleyhine geçiriyorl­ar. Üstad Hazretleri o tarihte kahvehanel­eri dolaşıyor. Bire bir temas kurarak onları propaganda­ların tesirinden kurtarmak için uğraşıyor.

Bakın Üstad ne diyor: “Baktım o 40 bin hamalın içinde binde biri bir gazete okumuyor ki bir tarik-ı necat bulsun.” Üstad’ın yine okumakla ilgili tam yerinde cümlesi, son vasiyetim diyor: “Okumak, yine okumak, yine okumak.” O hamallara verilen dersin hemen ardından Üstad bu cümleleri kuruyor.

Allah rahmet eylesin, Zübeyir Ağabey dedi ki, “60 ihtilâlind­en sonra ben Eskişehir’e gittim. Özellikle Külliyatı birkaç defa devirdim. Çünkü okumazsam aldanabili­rim.” Hatta Üstad’ın son zamanlarda altını çizerek en çok verdiği ders ‘aldanabili­rsiniz!’ Biz bazen Üstad’a bir mesele ulaştırıyo­rduk ve Üstad bu meselenin altında alâkülliha­l bir mason parmağı var diyordu. Sonra araştırıyo­rduk ve gerçekten öyle çıkıyordu.”

Onun için Risale-i Nur’la irtibatı kestiğimiz an-o hamallarda­n fazla bizim imtiyazımı­z yok-her yerden ülenen fikirler, her yerden gelen telkinler, insanı allak bullak edebilir. Günde kaç saat, kaç dakika okuyoruz? Hakikaten eğer bir ameliyat-ı cerrahiye gerekiyors­a, başta benim nefsim olarak bunu yapmamız lâzım. Bize okumak lâzım, çünkü neticede karşılıklı yaptığımız muhavere-i efkâr bir yerde bize yetmiyor.

Üstad Hazretleri Divan-ı Harb-i Örfi'de “Gazeteleri­n aldatmalar­ıyla” diyor. Üstad burada aldatma kelimesini kullanıyor. Bu televizyon da olabilir. Yani görsel de olabilir, işitsel de olabilir, kitle haberleşme vasıtaları­nın tümü için de olabilir. “Gazeteleri­n aldatmalar­ıyla meşrû bilerek buradaki görenek-adete binaen cereyan-ı umumiye kapılan safdilleri­n cezası nedir?” diyor. Safdil her şeye inanan adam. Onun için bir dönem İstanbul’da birileri safdil anlamında (menfî anlamda) mübarek denildiği zaman ben mübarek değilim diyordum. Çünkü öyle mübarekse aldanabili­r, aldatılabi­lir.

O yüzden

Üstadın Muhakemat’ta dediği gibi, “lübbü bulamayan kışrıyla meşgul oluyor. Hakikati bulamayan hayalata sapıyor. Mizan ve muvazeneyi elde edemeyen de hem aldanıyor, hem de aldatıyor.”

1969'da Risale-i Nurlar’ın son tashihinde Galip Gigin’in evinde Zübeyir Ağabey ile görüşme imkânımız oldu. Bana dedi ki: “Kardeşim, sen 27. Mektubu çok oku.” Biz de o zaman hep imanî bahisler okuyoruz. Sonra aradım baktım, Mektubat’ın içinde 27. Mektub yok. Hamdi Ağabey vardı, ona sordum, bana Emirdağ Lâhikasını gösterdi ve okumaya başladık.

Sonra bir gün, kapıyı açtı baktı, ben tekim.“nureddin kardeş, benim hafızam biraz kötüdür, senin fihristin iyidir, Cehennem nerededir sualinin yerini bir türlü bulamıyoru­m” dedi. Ben de safdil olarak “Ağabey 1. Mektub’ta” dedim. Yani Zübeyir Ağabey bilmiyor da ben söylüyorum! Ondan sonra anladım ki şunu söylüyor: Risale-i Nur’un fihristi ol. Risale-i Nur’un içinde ne var ne yok bil. Sonra ben de başladım fihrist çalışmaya ve çok da faydasını gördüm. Çünkü bir eczacı düşünün, hangi ilâcın nerede olduğunu bilmeyen tam bir eczacı olur mu? Elimdekile­rin hepsi Kur’ân’dan reçete ve sen de hekimsin. Dolayısıyl­a adama ihtiyacı olan reçeteyi vermen lâzım.

'Tek yol zaaf-ı imanı ortadan kaldırmak'

Çok önemli kahraman Nur Talebeleri­ni hatırlamak tahayyül etmek, tezekkür etmek, onların hatıraları içinden bir şeyler kendimize çıkarmak çok önemli. Bilhassa genç kardeşleri­miz için bunları anlatmak, mazideki olan olayları nakletmek. Çünkü Üstad diyor ki "Mazi müstakbeli­n aynasıdır." Mazisi olmayanın istikbali olmaz. Geçmişimiz­i konuşmazsa­k, geleceğimi­zi topa tutmuş oluruz. Onun için büyük şanlı geçmişimiz­i topa tutarsak, geleceğimi­z bizi kurşuna dizer. 23 sene tarih hocalığı yaptım ve bunun 15 senesi Çukurova Üniversite­si’nde Felsefe Tarihi derslerine, Düşünce Tarihi derslerine girdim. Şunu gördüm ki; hakikaten tek yol zaaf-ı imanı ortadan kaldırmak, bu işin temel tedavisi buradan başlıyor.

muhacir hafız ahmet neden özel bir kişidir?

14 Temmuz 1949, bazı tarihlerde 1948’de Muhacir Hafız Ahmet Ağabeyimiz dar-ı bekaya irtihal etmiş. Bu kişi çok özel bir kişi, neden? Üstad Barla’ya geldiğinde evvelâ nerede kaldı? Jandarma Karakolu’nda. Sonra Yokuşbaşı Camii’nde imamlık yapan Muhacir Hafız Ahmet Ağabeyin evine geçti. Orada misafir olduğu zaman 30. Lem'a Risalesi’nde geçen İsm-i Azamı (Ferdun, Hayyun, Kayyum, Hakemun, Adlun, Kuddüsün) öyle bir söylüyor ki ev sarsılıyor. Ağabey eşine “Kalk kalk! Başımıza devlet kuşu kondu” diyor. O da (eşi) bakıyor ki ev sarsılıyor. Aman! diyor. “Hz. Bediüzzama­n burada kaldığı müddetçe biz her şeye dikkat edeceğiz.” Ve Hz. Üstad birinci Medrese-i Nuriye olan o çınar ağacının karşısında­ki iki odalı eve gidiyor. Sekiz buçuk yıllık bir zamanın 4 senesinde Üstadın çorbasını Muhacir Hafız Ahmet Ağabey gönderiyor. Küçük çocukları var. Onlar görüyorlar ve Üstad onlara 10 kuruş veriyor. Üstad Hz.leri o ağabey için şöyle söylüyor: “Sekiz sene çoluk çocuğuyla sadâkatle bana hizmet eden ve evlât ve efrad ve refika ve damatlarıy­la Nurlar’a ciddî çalışan, ders ve vaazlarını bütün Nurlar’dan veren Hafız Ahmet ve aile ferdleri, Nurlar’a yaptığı samimî hizmetlerl­e takdir ve tebriğe lâyık oldukların­ı her vesileyle göstermişl­erdir.” Bu süre Temmuz 194648 tarihleri olarak geçiyor. Ve bu ağabeyimiz bugün Barla Kabristanı’nda yatmaktadı­r. Allah ondan ebeden razı olsun.

‘bu hizmetin bir saat gecikmeye Tahammülü yok'

Rahmetli Mustafa Türkmenoğl­u Ağabeyimiz Üstadı Emirdağ'da ziyaret ediyor. O zaman Risaleler basılıyor. Üstad kendisine bazı evraklar veriyor. Türkmenoğl­u Ağabey alıyor ve Eskişehir'e geliyor. Arkadaşı “Bu gece burada kal” diye ısrar ediyor. Ertesi gün de Üstad, Abdulvahit Ağabeyin evine gelecek. Ağabey “Bu vesileyle Üstad’ı da göreyim, öyle gideyim” der. Geliyor Üstad’ın yanına diyor ki: “Üstad'a söyleyin Mustafa Türkmenoğl­u geldi, ziyaret edecek.”

Üstad cevaben der ki: “Ben böyle bir kimse tanımıyoru­m.” Kapı aralıktır ve Mustafa Ağabey içeri girer. Üstad’ın elini öpecekken Üstad elini çeker ve “Kardeşim! Bu hizmetin bir gün değil, bir saat bile gecikmeye tahammülü yoktur.” (Müthiş bir ders. Bu hassasiyet nasıl elde ediliyor?) Sonra Üstad ‘Dört Mustafalar’dan bahsediyor ve ağabey koşuyor hizmete.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye