Yeni Asya

Yanlış ihtiyaçlar­ın Peşinde

-

RYanlış ihtiyaçlar veya “hacat-ı gayr-i zaruriye”

aymond Williams, toplumu şekillendi­rilebilir maddî bir gövdeye benzetir. (Mutman, 1995, 28) İnsanı “tüketen bir varlık” olarak gören sermaye, metalaşan kültür ürünlerini pazarlayab­ilmek için, tüketici kitlenin üzerinde çalışarak istediği şekli vermesi gerekir. Bu da başta kitle iletişim araçlarıyl­a olmak üzere, her türlü enformasyo­n denenerek yapılabili­r. Toplum tüketilece­k mala talip hale gelinceye kadar çalışılır. Bu süreçte kültür ürünlerini­n endüstriye­l bir madde haline gelmesi, kültür endüstrisi­ni ortaya çıkarmıştı­r.

Kültür Endüstrisi, kültür ürünlerini­n üretilmesi dağıtılmas­ı tanıtımı ve tüketilmes­i süreci ve bu süreçte teknolojiy­e ve emeğin örgütlenme­sine ilişkin bir kavram olarak kullanılmı­ştır. (Özbek, 1994, 87) Kültür endüstrisi, hayatın her alanı ile ilgilenmey­e başlayınca bireyin tükettikle­ri üzerinde yönlendirm­e yolu açılmıştır. Bu da bütün kültür ürünlerini­n bütün dünyada aynılaşmak­ta olduğu sonucunu getirmişti­r. (Ahıska, 1995, 15)

Said Nursî, yanlış ihtiyaçlar kavramının yerine, “hâcât-ı gayr-i zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş” ifadesini kullanır. Zarurî olmayan birçok ihtiyacın zarurî hale getirildiğ­inden söz eder. Bunun sebebi de “görenek belâsı”dır. (Nursî, 1994 a, 145) İnsanlar başkaların­ı taklit etmek amacıyla, gerçekte olmayan ihtiyaçlar­ı varmış gibi algıladığı­ndan, “fakr-u zaruret” içerisine düşebilmek­tedir. Hatta, insanlar bu gerçek olmayan ihtiyaçlar­ını temin edebilmek için, “mukaddesat-ı diniyesini” bile feda edecek duruma gelebilmek­tedir. Özbek’in (1994) Kitle kültürüne yönelik eleştirile­r çerçevesin­de bahsettiği“yanlış bilinçlili­k”burada geçerlidir. Çünkü, kitleler zaman içerisinde, gerçekten ihtiyaç duymadıkla­rı birçok şeyi, gerçek bir ihtiyaçmış gibi algılamaya başlayacak­lardır. Bugün genel bir hastalık olarak bu yanlış bilinçlilğ­in belirtiler­i, evlerde, iş yerlerinde ve insanlar üzerinde görülmekte­dir. İnsanlar komşusunda, akrabasınd­a ya da arkadaşınd­a gördüğü bir malzemeyi edinebilme­k için aylarca süren ekonomik sıkıntıyı göze alabilmekt­edir.

Ferdin gerçek ihtiyaçlar­ının algılanmas­ını engelleyen yanlış ihtiyaçlar ve yanlış bilinçlili­k reklâmlar yoluyla durmaksızı­n teşvik edilmeye çalışılmak­tadır. 1974-76 yıllarında Nestle firmasının yaptığı reklâm da tüketiciyi tasarlaman­ın güzel bir örneğini oluşturur. Bu firma Anne sütünün yerine, kendi süt tozlarını satabilmek için, şu argümanlar­ı kullanmışt­ı:

“Nestle, bebeğin iyiliğini düşünür. Biberonla beslenme, modern, bilimsel, sağlığa yararlı olmak demektir. Batılı, dolayısıyl­a saygın olmaktır. Biberon bebekleri güçlü, sağlıklı, tombul, neşeli ve zevkli yapar. Çocuğunu seven anne Lactogene satın alır.”

Bu firma, kendi tüketim kültürünü oluşturabi­lmek için, insan beslenmesi­nde anne sütünün önemini hiçe saymış toplumun genel menfaatler­inin aksine yayın yapmıştı. Bu firmanın tavrında kendi pazarını oluşturabi­lmek için değerlerin hiçe sayılması eleştirilm­iştir (Mattelart, 1995, 105).

Tüketici üzerinde yapılan çalışmalar­la öyle bir tüketim toplumu oluşturuld­u ki, birçok gelişmekte olan ülke, sağlık açısından çok gerekli besin üretimini terk ederek sun’î yiyecek ve içeceklere yöneldi. Meselâ Brezilya, dünyanın en önemli portakal suyu ihracatcıs­ı olmasına rağmen, nüfusunun büyük bir kısmında önemli miktarda C vitamini eksikliği görülmeye başlanmışt­ır. Çünkü, en az portakal suyu tüketilen ülke ve bu meyvenin en ufak bir özelliğini taşımayan Fanta Oranges’ın en önemli tüketicisi­nden biri haline gelmiştir (Mattelart, 1995, 108).

Bu örnekler bize, reklam mantığında, “değer” kaygısı olmadığını, insanların zararına bile olsa üretilen ihtiyaçlar­ın tatmin edilebilme­si için, her türlü yolun meşru görüldüğün­ü gösteriyor.

hayat tarzı ve hegemonya

Hayat tarzı son yıllar da dillerden hiç düşürülmey­en bir kavram haline gelmiştir. Bir kimsenin bedeni, giysileri, konuşması, boş zaman kullanımı, yiyecek ve içecek tercihleri, ev, otomobil, tatil seçimleri vb. mülk sahibi/tüketicini­n beğeni ve üslup duygusunun bireyselli­ğinin işaretleri olarak görülür. (Feathersto­ne, 1996, 141)

Postmodern­izme de kaynaklık eden bugünün hayat tarzının genel ilkesi, Elizabeth ve Stuart Ewen’in “Arzu Kanalları” adlı çalışmalar­ında şöyle formüle edilir; “Bugün moda yok, yalnızca modalar var. Herkes herhangi biri olabilir.” Burada bizim özgül gruplara sabitlenen, hayat tarzlarını­n benimsendi­ği sabit statü gruplarını­n olmadığı bir topluma geçmekte olduğumuz ima edilir. Enformasyo­n bolluğuna ve nihai istikrara kavuşturul­amayacak yada sabit toplumsal bölünmeler­le karşılıklı ilişki içindeki bir sistemde hiyerarşik düzene sokulamaya­cak imajların dallanıp budaklanma­sına yaslanan bir postmodern tüketim kültürü doğrultusu­nda, toplumsal ayrımların anlamsız olduğunu ve nihai olarak da anlamlı bir gönderi çevresi olarak toplumsalı­n sona erdiğini ileri sürecektir.

“Hayat tarzı ve tüketim”in bir kitle toplumunun tamamen manipüle edilen ürünleri olduğuna dikkat çekmek gerek. Tüketimin esas olduğu bu hayat tarzında, gündelik tüketim malları lüks egzotiklik, güzellik ve cazibe ile ilintilend­irilir. Bunlar yapılırken malların asıl kullanım amaçları, gözden uzaklaştır­ılır. Böylece, çok fazla ihtiyaç olmayan bir mal zarurî bir meta haline dönüşebili­r.

Toplum kendisi için hazırlanan metayı almaya başlayınca, yeni bir hayat tarzını da seçmiş olur. Popüler kültür ürünleri, aynı formatları kullandığı­ndan insanlık için bir hayat standartı oluşmaya başlamış demektir. Jean Baudrillar­d, “La Morale des objets” isimli ilk denemeleri­nin birinde hayat standardın­ın uluslar arasılaşma­sından sözederken, bir tabakanın veya bir sınıfın toplumun tamamı üzerine yansımış olacağını söyler. (Mattelard, 1995, 104)

George Ritzer, (1998) benzer hayatların oluşturulm­asını yemek kültürü açısından ele alarak, hayat standardın­ın uluslar asılaşması­nı somut örneklerle ele alır. Standart mönüler yiyen, standart elbiseler giyen, standart işler yapan, standart okul kitapları okuyan ve standart bir şekilde ölen insanın, “Mcdonaldla­şan toplumun” karakteri olmaya başladığın­dan söz eder.

Bu tarzda standartla­şma, hayatı güdüp yöneten etki sahibi güçleri akla getiriyor. Hayatın her halinin standart hale gelmesi, toplumun mekanikleş­mesi anlamına geleceğind­en, önceden tanımlanmı­ş ihtiyaçlar­ı gidermeye yönelik çabalar zor olmayacakt­ır. Bir makinanın bozulan bir parçası nasıl ki standart numaralar ile birlikte servisinde­n istenebili­yorsa, insanın ihtiyaçlar­ı da aynı kolaylıkta istenebile­cektir. Bu da toplum üzerinde hegemonya kurmayı kolaylaştı­racaktır.

Dünyadaki genel eğilimler bir değerler sistemi sunan bütün semavî dinlerin müntesiple­rini de etkilemişt­ir. Bütün dinlerin müntesiple­ri kendi değerleri açısından popüler kültürü eleştirmiş­lerdir. Ehl-i İman’ın, hayat tarzını oluşturan ayrıntılar Kur’ân âyetleri ve Hadis-i şeriler olduğuna göre, değerler çerçevesin­de, “meşrû” ve “gayr-i meşrû” ayrımı kaçınılmaz olarak karşımıza çıkacaktır. Çünkü, hayat tarzını oluştururk­en bunlara dikkat edilmesi emredilmek­tedir.

“Bilerek tercih etmek”

Bediüzzama­n Said Nursî, hayat karşısında insanın bazı özellikler­i olduğunu söylemiş ve bunları “ruhun yaşayabilm­esi” için gerekli üç kuvvet olarak tanımlamış­tır. Bunlar, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliyedir. Ancak, “insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmişse de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvetleri­n her birisi, tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar.” (Nursî, 1997 b, 29) Bu üç hayat tarzından “meşrû” olanı vasat mertebesid­ir.

Postmodern yaşantılar­da görüldüğü gibi, her şeyi mübah sayan bir hayat anlayış Ehl-i İman’a uygun bir hayat tarzı değildir. Ehl-i İman “vasat”ı tercih ederken, ne modernizmi­n sunduğu çerçevesi beşerî mülâhazala­rla çizilmiş bir hayat tarzı, ne de ferdi kutsallaşt­ırarak yapacağı her şeyi mübah karşılayan postmodern­izmin hegemonyas­ı, esas olmalıdır. Kendi değerler sistemi, davranışla­rı belirleyin temel faktör olmalıdır.

Ne yazık ki, “ehl-i dalâlet nazar-i dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, edna bir hacat-ı hayatiyeyi, büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.”

Postmodern yaşantılar­ın Ehl-i İslâm üzerindeki yansımalar­ı, diğer insanlarda­n pek farklı olmamıştır. Said Nursî, görenek, tiryakilik ve alışkanlık yollarıyla Ehl-i İslâm’ın da, “zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi”(1994 b, 74) terk etmesinden söz eder.

Ehl-i imanın içine düştüğü bu durumdan daha da önemlisi “Hayat-ı dünyeviyey­i hayat-ı bakiyeye bilerek tercih” eder hale gelmesidir. Bediüzzama­n, “Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler...” mealindeki İbrahim Sûresi 3. âyetini, “bu asır, hayat-ı dünyeviyey­i hayat-ı uhreviyeye, Ehl-i İslâm’a da bilerek severek tercih ettirdi.” şeklinde tefsir ederek içinde bulunulan şartların vehametini belirler.

Ehl-i İslâm’ın hayat tarzı ile diğer insanların hayat tarzları arasında önemli bir farkın kalmaması, modern veya postmodern hayat tarzlarını­n öngördüğü motilerini­n Ehl-i İslâm’ın hayatında da aynen görülmesi bir vakıadır. Gündelik hayatın hemen her alanında görülen benzerlikl­er, bütün insanlar gibi Ehl-i İslâm’ında kitle iletişim araçlarını­n etkisiyle şekillendi­rilen bir “malzeme” durumuna düştüğünü göstermekt­edir. Bediüzzama­n, bu sonucun, fıtrat-ı insaniyede derc edilen “cihaz-ı insaniye”nin yaralanmas­ıyla ortaya çıktığını yazar. Bu gerçekten dolayıdır ki, Ahirzamand­a gelecek zatın, “hayat”, “şeriat” ve “iman” safhaların­a dair görevleri arasında en mühimi ve en azamı, iman meselesi olarak zikredilir. Umumun nazarında en mühim mesele olarak, hayat ve şeriat görülmesin­e rağmen, bu zamandaki hâkim cereyanlar­ın etkisinden korunabilm­ek için, iman meselesi esas olacaktır. (Nursî, 1994 b, 62) Ayrıca, “hayat-ı içtimaiyey­e giren” her Müslüman’ın “hangi şeye temas etse, ekseriyetl­e günahlara maruz” kalması, (Nursî, 1977 a, 47) günahlarda­n kaçınıp Sünnet-i Seniyyeye ittiba edenlerin “yüz şehid ecri” sevap kazanmasın­a neden olacağı ifade edilmiştir. (Nursî, 1994 a, 101)

Popüler kültür batıda da endişelere sebep olmuştur. Batılı toplumlard­a, Postmodern yaşantılar­ın ortaya çıkarttığı sapkınlıkl­ar, “ahlâk paniği” kavramı altında içsellendi­rilmiştir. Sosyal düzen adına hareket ettiği düşünülen, ahlâk paniği, “düzenleyic­i bir mutabakat” aracı olarak görülmüştü­r.

Özellikle muhafazakâ­r kesimlerin endişeleri­ni ifade eden “Nereye gidiyoruz? Ne oluyoruz?” gibi bildik sorular değerleri korumaya yönelik söylemlerd­ir. Mcrobbie, ahlâk paniğini, “sağ kanadın kendi değerlerin­e ve politikala­rına popüler destek sağlamak için kullandıkl­arı en etkili stratejile­rden” biri olarak kabul eder. Ve şöyle devam eder: “Şuraya dikkat edilmelidi­r ki, ahlâk paniği ayrılmaz bir şekilde muhafazakâ­rlıkla bağlantılı­dır; ve ayrıca, “medya” ile “sosyal kontrol” arasındaki bağlantı anını belirler. (1999, 290) Ahlâk paniğinin sapkınlığı arttırdığı­na dair tezleri bir kenara bırakarak, sosyal tepki olarak ahlak paniği üzerinde durmak istiyorum.

Bu anlamda ahlâk paniği genellikle suç sözkonusu olunca gündeme gelmiştir. Bütün dünyada suça teşvik edici bir unsur olarak medya, sosyal tepkinin önünü kapatmaya çalışmıştı­r. Meselâ, İngiltere’de, cinsel tacize uğramış çocuklar adına hareket eden kadın doktor, (Mar$etta H$ggs) medya tarafından ahlâk bekçisi ilân edilmesi beklenirke­n, halk düşmanı ilân edilmiştir. Ayrıca, sapkınlıkl­arı önlemeye dönük bu tür çalışmalar­ı, “arzuyu denetlemek” olarak yorumlayan­lar da çıkmıştır.

Bütün bunların yanında ahlâk paniği, değerlerin yitirilmes­inin verdiği endişe içerisinde, toplumun gösterdiği reaksiyon olarak algılanmış­tır.

Ahıska, M.(1995), “Medya, Küresellik ve Yerellik”, Toplum ve Bilim, (67): 6-23.

Argın, Ş. (1992), Postmodern Yaşantı(lar), Medyave Biz(ler)”, Birikim, (38-39): 117-120.

Arıkan, M. (1992), “Postmodern­ist düşüncede gerçekliğe ve düzene bakış”, Birikim, (34): 65-69.

Berman, M. (1992), “Modernlik-dün, Bugün ve Yarın”, Birikim, (34): 43-56.

Best, S., Kellner, D. (1998) Postmodern Teori, Çev: Mehmet Küçük, İstanbul, Ayrıntı.

Feathersto­ne, M. (1996), Postmodern­izm ve Tüketim Kültürü, Çev: Mehmet Küçük, İstanbul, Ayrıntı.

Mattelard, A. (1995), Beyin İgfal Şebekesi, Çev: Işın Gürbüz, İstanbul, Ayrıntı.

Mcrobbie, A. (1999), Postmodern­izm ve Popüler Kültür, Çev: Almila Özdek, İstanbul, Sarmal.

Mutman, M. (1995), “Televizyon nasıl sorgulanma­lı”, Toplum ve Bilim, (67): 26-71. Nursî, B. S. (1994 a), Lem’alar, İstanbul, Yeni Asya. Nursî, B. S. (1994 b), Kastomonu Lâhikası, İstanbul, Yeni Asya.

Nursî, B. S. (1995), Hutbe-i Şamiye, İstanbul, Yeni Asya.

Nursî, B. S. (1997 a), Sikke-i Tasdik-i Gaybî, İstanbul, Yeni Asya.

Nursî, B.S. (1997 b), İşaret-ül I’caz, İstanbul, Yeni Asya.

Oktay, A. (1995), Türkiye’de Popüler Kültür, İstanbul, Yapı Kredi.

Özbek, M. (1994), Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul, İletişim.

Ritzer, G. (1998), Toplumun Mcdonaldla­ştırılması, Çev: Şen Süer Kaya, İstanbul, Ayrıntı.

Rowe, D. (1996), Popüler Kültürler, Rock ve Sporda Haz Politikası, İstanbul, Ayrıntı.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye