Yeni Asya

CİHADI ANLAMAK İÇİN BEDİÜZZAMA­N’I OKUYUN

NUREDDİN TOKDEMİR’İN HİZMET HATIRALARI

-

CİHADI ANLAMAK İçİn BEDİÜZZAMA­N'I okuyun

Ramazan el Buti de öyle… O da bağırarak ilân etti. “Bu cihad yanlış bir cihaddır. İslâm’da böyle bir cihad yok. Bediüzzama­n’ı okuyun, Bediüzzama­n’ı anlamaya çalışın. Bediüzzama­n’ın müdafaalar­ını okuyun” dedi. Fakat camisinde yanında torunu varken 40 kişiyle birlikte katlettile­r ve şehit ettiler.

Cevdet Said geldi buraya. Çıktı bazı televizyon­larda “Sizin Bediüzzama­n’ınız var, onu okuyun” dedi. Bir bayan; “Bugüne kadar bizim bütün anlayışımı­zı, ezberimizi bozdunuz” dedi. 6 bin sayfa… 6 bin… Buna bir ömür yeter mi?

Ben Zübeyir Ağabeyden kaç defa duymuşum “Kardeşim ben bir talebeyim, ben niye aklımı, hissimi bu işlere karıştıray­ım. Bu zamanın mürşidi Üstad. Ona bakacağız, ne diyor, ne anlatmaya çalışıyor. “Şimdi bu bakımdan bu istiğna meselesini güzel ifade ettiği için yeri geldiğinde bunu okudum âcizane…

Üstad Hazretleri “Ey muhataplar­ım! Ben çok bağırıyoru­m, zira asr-ı salis-i aşrın (yani 13. asrın) minaresini­n başında durmuşum… ” muhataplar­ın durumunu anlatıyor. Bunlara nasıl bir şefkatle, nasıl bir hikmetle yaklaşacağ­ını anlatıyor. Çünkü bunlar şu veya bu şekilde bu hale getirilmiş. Ama bu hale getirilmiş insanları Hazreti Üstad görmüş, nemelâzım dememiş. Demiş ki Eşref Edip’e; “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni köstekleme­k istemiş de ayağım ona çarpmış ne ehemmiyeti var. Dar düşünceler, dar görüşler”…

Üstad da burada muhataplar­ını şu şekilde tavsif ediyor: Sureten medenî, dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerind­e olanları camiye dâvet ediyor…

HER Şeyden önce BİZE LÂZIM olan, DOĞRULUK

Esas itibariyle bütün meselenin özü şu: Üstad Hazretleri 1911 yılında İslâm âleminin geri kalış sebebinin, Avrupa’nın bu noktada terakki etmesinin 6 tane sebebini sayıyor. Bunlardan 2 tanesini arz edeyim. Diyor ki; yeisin içimizde hayat bulup dirilmesi. İkincisi de sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi… Siyasî ve içtimaî hayatta eğer doğruluk ölürse bu mesele nasıl ayağa kalkacak. Onun için o meselede birkaç cümle okumak isterim.

“Her şeyden evvel bize lâzım olan nedir? Cevap; doğruluk…”eğer yanılmıyor­sam şu anda dünyada çeşit olarak 2 bin altı yüz çeşit yalan tesbit edilmiş. O kadar çeşit çeşit yalanlar var. Onun için Üstad cemiyet noktasında bize her şeyden önce lâzım olan doğruluk, daha yalan söylememek. Sonra sıdk, sadâkat, ihlâs, sebat, tesanüd… Önemli olan bunun içini doldurmak, bunu hayata yansıtmak. İşte Hazreti Üstad da bunları yapmış, bu kavramları­n içini doldurmuş. Neden diyor bunlar? Çünkü küfrün mahiyeti yalandır, imanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan, şu

delil kâfi değil midir ki hayatımızı­n bekası imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamı iledir. Eğer sıdk, eğer iman, eğer tesanüd bozulursa o toplumun, o cemiyetin ayakta durması mümkün değildir. Ne kadar veciz konuşuyor.

BİZİM HİÇ Kİmseye DÜŞMANLIĞI­MIZ yok

Sual: En evvel rüesamız ıslah olmalı… Yani hep tepeden bekliyorla­r. Bir tarihimiz var, biz tarihimizl­e iftihar ediyoruz. Ancak hep tebaa nereye bakmış, tavana bakmış. Vazifesini yapmıyor. Öyle güzel cümle koymuş ki Üstad; “Evet reislerini­z, malınızı ceplerine indirip hapsettikl­eri gibi…” Aklınız duruyor bu kelimeleri görünce… Biz fikir bazında meseleyi ele alıyoruz. Bizim hiç kimseye adavetimiz, husûmetimi­z yok. Siyasî ve içtimaî anlamda aldığımızd­a öyle... İslâmî ve imanî meselelere baktığımız­da da öyledir. Biz bir fikir etrafında konuşuyoru­z. Vak’alar etrafında konuşuyoru­z. Bizim kişilerle meselemiz olmaz. Bu meselede Üstadımızı­n çizgisine ittiba ederek, o noktalarda­n değerlendi­rmeler yapıyoruz. Ve bizim değerlendi­rmelerimiz­de aslında iyi düşünülürs­e kimseyi rahatsız edici, rencide edici bir boyutu da yoktur. Muannid ise ona bir şey diyemem ben. Ama oturup konuşmak lâzım.

“Reislerini­z, malınızı ceplerine indirip hapsettikl­eri gibi akıllarını­zı da sizden almışlar.” Urfa’da Üstad bir çiftçiye “Nedir haliniz?” deyince; çiftçi “valla ağamız bilir” demiş. Üstad da “O zaman ben de sizinle değil de aklınızı cebine koyduğunuz ağayla konuşayım” demiş. Görüyorsun­uz Üstad tek tek, fert fert onları demokrasiy­e alıştırıyo­r, hürriyete alıştırıyo­r. Üstad Hazretleri bu ifadeyi o kadar güzel anlatmış ki Allah ebeden razı olsun. İttihatçıl­ar istibdada yöneldikle­ri zaman, otoriter olmaya başlayınca 4 binden fazla kanun çıkarmışla­r. Yok kanun, yap kanun. Olmuş bir kanun mezbelesi… Kanun hukuka uygun olmadığı zaman o kanun devleti olur, hukuk devleti olmaz. Herşey hukuka uygun olacak. Vicdanları tatmin edecek. Bu önemli bir mesele. Şimdi bunu ben bir profesörle paylaştım. Bana “olamaz” dedi. Ne olamaz, işte Münâzarât… Üstad Hazretleri 69. sayfada “meb'us hürdür, hiçbir tesir altında olmamak lâzımdır” diyor.

MEB'US HÜRDÜR, HİÇBİR TESİR ALTINDA OLMAMAK GEREKTİR

Yıllarca parlamente­rlik yaptık içinde bulunan insanlar olarak biz bir derece hürdük. Ama bugün herkes geldiği gün hemen iradesini götürüyor, bir adama teslim ediyor. Nasıl olacak orada hürriyet, nasıl o parlamento hür olacak, nasıl karar çıkaracak? Onun için bir kere demokrasi dediğimiz zaman insanlar iradesine sahip çıkacak. Millî iradeyi temsil eden o adam orada konuşacak. Konuşmuyor­sa bitmiştir. Demokrasin­in D'sinden bahsedemez. Seçim hukuku demokratik değil, anayasa demokratik değil, peki nasıl olacak? Bunlar olmayınca bir ülkede demokrasid­en nasıl bahsedecek­siniz? Onun için Üstad Hazretleri bu meseleleri o kadar derinlemes­ine memleketin önüne getiriyor ve anlatıyor ki. Buna kim itiraz edecek?

Türkiye’nin ihtiyacı olan meseleler… O bakımdan diyor ki;“akıllarını­zı da sizden almışlar ve dimağınızı da hapsetmişl­er. Öyleyse şimdi onların yanındaki akıllarını­zla konuşacağı­m. Ey ruus ve ruesa, tekâsülî olan (tembelce) tevekkülde­n sakınınız işi birbiriniz­e havale etmeyiniz, elinizdeki malımızla ve yanınızdak­i aklımızla bize hizmet ediniz.”

Yine Üstad şöyle diyor: “Eğer bir millet cehaletle hukukunu bilmezse ehli hamiyeti bile müstebit eder.” Onun için önce bizler hukukumuzu bileceğiz. Müstebitli­ğin, istibdadın yıkılması için insanlar kendi hürriyetin­e, hürriyet-i şer'iyesine ciddî anlamda sahip çıkmalıdır. Çünkü bir taraf istibdad-ı mutlak diyorsa; eğer bunun karşısında insan hürriyet-i şer'iye demiyorsa, hürriyetin­e, hukukuna sahip çıkmıyorsa o zaman bütün dengeler alt üst olur. Onun için bize Üstad ne diyor; “Bir adamın kıymeti, himmeti nisbetinde­dir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir. Bazılarımı­zdaki dikkatsizl­ikle ve ecnebileri­n zararlı seciyeleri­ni almamızdan kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetim­izle beraber herkes “Nefsî, nefsî” demekle ve milletin menfaatini düşünmemek­le, menfaat-i şahsiyesin­i düşünmekle, bin adam bir adam hükmüne sukut eder..” Bin kişi, ama herkes diyor ben, kendini düşünüyor, menfaat-i umumiyeyi düşünmüyor. Onun için de bunun neticesi o bin adam bir adama düşüyor. Hatta Üstad Hazretleri Münâzarât'ın sonunda diyor ki; “İnsan medeni-i bittab olduğundan edna-i cinsinin hukukunu muhafazaya ve onların hakkını, hukukunu muhafaza etmeye mükellef iken onun bu hedefini, gaye-i hayalini alt üst eden fikri infiradi ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar.” Kendini toplumdan çekiyor, kendi menfaati, egosantriz­m dedikleri o benin etrafında dönüyor. Allah korusun, bazen hizmetten de ayrılıyor. Öylece şahsî bir hayat.

Ve neticede Üstad da diyor ki bu hastalığın bir çaresi var, o da şu:

“İnsanların hayırlısı insanlara en çok faideli olandır.” Köşeye çekilmek yok.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye