Dünyanın ve insanlığın derdi
Dünyanın değişik ülkelerinde Müslümanlara karşı ayrımcılık yapıldığı ve dolayısıyla İslâmdan ve Müslümanlardan korkulduğu bilinen bir gerçek. İnsanlar İslâmı bilmedikleri için düşman oluyorlar. Malûm olduğu üzere insan bilmediği şeye düşman olur. Günün şartları da bunu gösteriyor ve tasdik ediyor.
İslamofobya yani İslâmdan korku; Avrupa’da da ve bu durum Avrupa’ya da zarar veriyor. Dolayısıyla Avrupa’daki yöneticiler bu derde, bu hastalığa çare arayışında. Bu cümleden olarak İtalya’da “Ayrımcılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele” konulu konferansta düzenlenmiş.
Konferansın açılışında İtalya Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Guglielmo Picchi ile AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi (ODIHR) Direktörü Ingibjörg Solrun Gisladottir birer konuşma yapmışlar. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Picchi, “Ayrımcılık ve hoşgörüsüzlükle mücadele, hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğünün bulunduğu sağlıklı ve demokratik bir ülkenin varlığı için önemlidir” derken, ODIHR Direktörü Gisladottir de “Belli din ve inançlara mensup kişilere yönelik olumsuz fikirlerin üstesinden gelinmesinde medyanın rolü çok önemli” diye konuşmuş. (AA, 22 Ekim 2018)
Aynı toplantıda konuşan AGİT Müslümanlara Karşı Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılıkla Mücadele Özel Temsilcisi Doç. Dr. Bülent Şenay ise AGİT’IN “2018 Müslümanlara Yönelik Nefret Suçları” raporuna atıfla, Müslüman toplumların, “terörizm ve aşırıcılıkla bağdaştırıldığı ya da millî kimliğe tehdit oluşturduğu” gibi bazı iddiaların kurbanı olduğuna dikkat çekmiş.
İslâmın insan hakları ve demokrasiyle uyumsuzmuş gibi tasvir edildiğine işaret eden Şenay, AGİT ülkelerinin Müslümanlara yönelik nefret suçlarını ayrı bir kategori olarak kayıt altına alması gerektiğini de kayıtlara geçmiş.
Türkiye’nin Roma Büyükelçisi Murat Salim Esenli de “Din ve inanç odaklı hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık” başlıklı oturumun sonunda söz alıp şöyle demiş: “Burada kullanılan en yaygın yöntem, korku salma ve karşı tarafı sindirme olarak kendini gösteriyor. Bu yapılırken de özellikle siyasî çıkarlar gözetilerek bu yönteme başvuruluyor. Bu yöntem sırasında da bütün hukuk kuralları ihlâl ediliyor, evrensel normlar dikkate alınmıyor ve tüm bunlar herkesin gözü önünde cereyan ediyor.”
Bu tartışmaları Türkiye’de alevlenen ‘ant’ tartışmaları ile bir arada değerlendirmek gerekmez mi? Avrupa’daki “İslâmdan korku”nun temelinde ‘başka’larını dışlayan bir anlayış yok mu? Bütün insanların ‘insan’ olmaları bakımından birbirine üstünlük taslayamayacağı belli değil mi? Üstünlüğün ancak ahlâk ve ‘takva’ ile olacağı bütün dünya anlatmak ve ilân etmek gerekmiyor mu? Avrupa’da ve bütün dünyada “Ayrımcılık ve hoşgörüsüzlükle mücadele” etmek isteyenlerin en başta bunu anlatması icap etmez mi?
Irk üstünlüğü anlayışı en başta bu anlayışa sahip olan kişi ve ülkelere zarar verir. Dünya tarihi bu zararlı anlayışa sahip olanların insanlığa ödettiği faturalara çok şahit oldu. Bu bakımdan Avrupa ülkelerinin özünde ‘ırkçılık’ olan bu ‘ayrımcılık’ anlayışına karşı çare arayışına çıkmış olması dikkat çekicidir.
Bu arada “İslâmın insan hakları ve demokrasiyle uyumsuzmuş gibi tasvir” eden ya da edilmesine zemin hazırlayanlar arasında Müslüman kimlikli siyasetçi ve idarecilerin olduğu da unutulmasın. Irkçı anlayışın zemin bulmasında medyanın rolü olduğu da zaten unutulamaz. Belki de önce medyayı bu hususta ikna etmek gerekir. Neyse ki ırkçılık hastalığı teşhis edildiğine göre inşallah uygun tedavi de edilir...