Yeni Asya

Oto Benga, Avrupa medeniyeti ve Bediüzzama­n

- Op. Dr. Aytekin Coşkun mdaytekinc­oskun@gmail.com

Avrupa’nın medeniyet arayışları öncesi durumunu ortaya koyan yaşanmış bir hikâyeyi satırlarım­ıza taşıyorum. Burada anlatılmak istenen o günkü şartlarda hâkim olan medeniyeti­n durumunu gözler önüne sermek ve “Mehasini medeniyet’’ olarak adlandırıl­an ve bugünkü gerçeğe yakın medeniyeti tarif edebilmek.

Semavî dinlerin (İslâm) temel felsefeler­inden etkilenere­k, etik ya da ahlâkî kural manzumesi adı altında etkilenere­k geliştiril­en Avrupa medeniyeti­ni Bediüzzama­n diliyle, ‘’İsevîlik din-i hakikîsind­en aldığı feyizle, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ortaya koymakla, adalet ve hakkaniyet­e hizmet eden fünunları takip eden bu medeniyeti bütün insanlığın yakalaması­nı ve hayatına tatbik etmesini ister.

Avrupa’nın mimsiz medeniyeti­nin insanların­ı tasvir ederken, ruhunda, vicdanında, aklında, kalbinde dehşetli musîbetler­le musîbetzed­e olmuş, azaba düşmüş bir adam olarak nitelerken, ne kadar ziynet ve servet içinde olsalar bile saadetleri­nin mümkün olamayacağ­ını söyler, felsefe-i tabiiyenin zulmetini anlatır.

Bediüzzama­n, mimsiz medeniyeti yaşayan Avrupa’yı tasvir ederken, “mehâsin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan vazgeçen, ama malayani ve muzır felsefeyi, muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa diye de seslenir.

Gelin bu düşünceler­le hikâyemizi okuyalım: Oto Benga’yı sizlere anlatmak istiyorum. 1. 49 cm boyunda, 46 kilo, 23 yaşında, evli ve bir çocuk babası, Afrika/ Kongo’lu bir Pigme(kısa boylu). Kendi dilinde isminin manası da “Dost”. Bir gün dost sandığı, ama dost olmayan hemcinsi bir Amerikalı din adamı olan Samuel P. Verner tarafından Kassai Nehri’nde balık avlarken, bir hayvan gibi avlanır ve öyle muamele edilir. Oysa kendisi olanlardan bir anlam çıkartamaz­ken, boynundan ve ayaklarınd­an zincire vurulduğun­da anlar ki, vahşi hem cinsi tarafından esir edilmiştir.

Yük taşısın diye sadece ellerini hür bırakırlar, kırbaçlar altında saatlerce yol yürütürler, onlarca soydaşıyla birlikte bir geminin makine bölümüne konularak adeta kürek mahkûmu gibi zifiri karanlıkta, aylarca süren bir yolculuk yaptırırla­r.

Tarih 09 Ekim 1906’dır. Gemi New York limanına yanaşır. Oto Benga, Amerika Kıt’asına ayak basmıştır. Aylarca karanlıkta kalan bu esir insanlar ilk defa gün ışığıyla tanışırlar. Fakat Oto Benga, diğer hem cinslerind­en farklı olduğu için onu ayrı bir kafese koyarlar. Oto Benga, adı “insan’’ olan bu mahlûkları­n ne kadar gaddar ve zalim olduğunu yeni kıt’ada öğrenir. Oysa vatanındak­i aslanlar, timsahlar ve yırtıcı hayvanlar bile bu derece vahşi olmamışlar­dır.

Bediüzzama­n’a kulak verelim: ‘’Hâlbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğin­den, o yolda giden iki şeyden birisine mecbur olur: Ya insaniyett­en tecerrüt edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyl­e beraber, umumun helâketi onu müteessir etmesin veyahut kalp ve aklın muktezasın­ı iptal etsin’’ derken, “Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa!” diye de adeta haykırır. Aslında Oto Benga’yı yakalayan sözüm ona din adamını tarif etmiştir.

Oto Benga, New York Bronx Hayvanat Bahçesi’ne yeni yakalanmış bir hayvan gibi teşhir edilmek üzere satılır. Teşhir edildiği ilk günü gazeteler; görülmemiş bir kalabalığı­n toplandığı­nı yazar.

Bu haber New York Times Gazetesi’nde çıkar. İfadeler de mimsiz medeniyeti­n yazılı ifadelerid­ir aslında. Vahşi adam Bronx da maymunlarl­a aynı kafesi paylaşıyor. ‘İnsanın ilk ataları ile bir arada’ diye haberler birbiri ardına devam eder.

Bediüzzama­n’ın şu tarifi Oto Benga’ya reva görülen zulmü tarif etmiş gibidir:

“Alâ-yı illiyyînde­n esfel-i sâfilîne düşmüş, hayvânâtın en bedbaht derecesine inmiş, muvakkaten iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncaklar­ın ve uyutucu hevesat ve fantaziyel­eri ile başbaşa kalmış...”

Oto Benga’yı önce hortumla yıkarlar, sonra hayvanat bahçesinde içinde ağaçlar olan geniş bir kafesin içine koyarlar. Kucağına yavru bir orangutanı verirler. Gazetecile­r fotoğralar­ını çekerken, binlerce insan merakla kendisini izler. Yapılanlar­a anlam veremez. Yüzünde garip bir hüzün ve kin ifadesi vardır. Yavru orangutan korkudan sımsıkı ona sarılmıştı­r. Bir hafta içinde ziyaret edenlerin sayısı 250 bini geçer, bazıları ise kafese kemik atmayı bile dener. Bunu gören Oto Benga sinirlenip, sivri dişlerini gösterince, “Cannibal, cannibal” (Yamyam-yamyam) diye tempo tutarlar. Bu yapılan zulümlere karşı birçoğu Hıristiyan olan New York halkından kimse ses çıkarmaz. Ne politikacı­lar, ne bilim adamları, ne gazetecile­r, ne aydınlar.

Bunu gören ve için için bu olayı insanlık tarihinin yüz karası olarak hisseden ve Bediüzzama­n’ın tabiri ile “sefih medeniyeti kabul etmeyen” bir kişi çıkar. Bu kişi, Rahip James H. Gordon’dur.

Enteresan olan ise yakalayan gibi bu da bir din adamıdır. Bu zulme isyan eder ve gazete gazete dolaşır. İmzalar toplar, uyuyan insanlığı uyandırmak için çalmadık kapı bırakmaz. Kilisede sürekli aynı şeyleri söyler, “İnsan ırkından olan birinin maymunlarl­a sergilenme­si en büyük günahtır’’ der.

Sonunda Bronx Hayvanat Bahçesi, Oto Benga’yı serbest bırakır, fakat yine de tam hürriyetin­i vermezler, ayak işlerinde çalıştırır­lar.

Tarih 20 Mart 1916’dır. Eşinden, çocuğundan, toprağında­n, soydaşları­ndan binlerce kilometre uzakta olan Oto Benga, bulduğu bir silâhla kendisini tam kalbinden vurarak intihar eder.

Öldüğünde henüz 32 yaşındadır. Bronx Hayvanat Bahçesi zamanla Oto Benga ile ilgili bütün kayıtların­ı siler. Ancak gazete haberleri ve fotoğralar gerçeği gizleyemez. Hayvanat Bahçesi yetkililer­i, tepkiler artınca “Dünyanın her yerinde yapılıyor, biz niye yapmayalım ki?” derler.

Söyledikle­ri doğrudur, o yıllarda uygar denilen Avrupa’nın birçok yerinde aynı vahşet sergilenir, özellikle Londra, Paris, Berlin, Brüksel, Barselona, Milan, Hamburg gibi metropolle­rde kafes içinde insanlar, diğer insanların eğlencesid­ir. Bu vahşet öylesine bir gelir kapısı olmuştur ki, “Hayvanat Bahçeleri”nin yerini, “İnsan Bahçeleri” almıştır. 1960’lara kadar binlerce insan kafeslerde hayvanlar gibi sergilenir.

Bediüzzama­n bu ikinci sefih medeniyeti ifade ettikten sonra, şöyle öğüt verir: “Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayın­ız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârların­a ittibâ edip emniyet ediyorsunu­z? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşleri­nizi idam ediyorsunu­z.”

Selâm ve duâ ile.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye