Yeni Asya

YEDİ BİN RİSALE YAZILSA, SÜNNETİN HİKMETİNİ BİTİREMEYE­CEK

Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mesele yoktur ki, müteaddit hikmetleri bulunmasın. Eğer bu mevzua dair iktidar olsa, yazılsa, yetmiş değil, belki yedi bin risale, o hikmetleri bitiremeye­cek.

- Bediüzzama­n Said Nursî koyuncu616­1@gmail.com

Sekizinci nükte

e in tevellev fekul hasbiyalla­h”dan evvelki olan “Lekad câeküm rasûlün” ilâ âhir âyeti, Resul-i Ekrem Aleyhissal­âtü Vesselâmın ümmetine karşı kemal-i şefkat ve nihayet re’fetini gösterdikt­en sonra, şu “Fe in tevellev” âyetiyle der ki:

“Ey insanlar, ey Müslümanla­r! Böyle hadsiz bir şefkatiyle sizi irşad eden ve sizin menfaatini­z için bütün kuvvetini sarf eden ve manevî yaralarını­z için kemal-i şefkatle, getirdiği ahkâm ve Sünnet-i Seniyyesiy­le tedavi edip merhem vuran şefkatperv­er bir zatın bedihî şefkatini inkâr etmek ve gözle görünen re’fetini itham etmek derecesind­e onun Sünnetinde­n ve tebliğ ettiği ahkâmdan yüzleriniz­i

Bçevirmek ne kadar vicdansızl­ık, ne kadar akılsızlık olduğunu biliniz.

“Ve ey şefkatli Resul ve ey re’fetli Nebî! Eğer senin bu azîm şefkatini ve büyük re’fetini tanımayıp akılsızlık­larından sana arka verip dinlemesel­er, merak etme. Semavat ve arzın cünudu taht-ı emrinde olan, Arş-ı Azîm-i Muhitin tahtında saltanat-ı rububiyeti hükmeden Zat-ı Zülcelâl sana kâfidir. Hakikî mutî taifeleri senin etrafında toplattırı­r, seni onlara dinlettiri­r, senin ahkâmını onlara kabul ettirir!”

Evet, Şeriat-ı Muhammediy­e ve Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mesele yoktur ki, müteaddit hikmetleri bulunmasın. Bu fakir, bütün kusur ve aczimle beraber bunu iddia ediyorum ve bu dâvânın ispatına da hazırım. Hem şimdiye ediüzzaman, “hastalık bazılara bir ihsan-ı İlâhîdir... ne kadar iyilik ve güzellik ve nimet varsa, doğrudan doğruya O Cemîl ve Rahîm-i Mutlakın hazine-i rahmetinde­n ve ihsanat-ı hususiyesi­nden gelir. Hem rızık vermek O’nun özel bir ihsanıdır, kâinattaki bütün cemâl kemâl ve ihsan, O zatın cemâl kemal ve ihsanını gösterir ve onun yansımasıd­ır”gibi ifadeleri ile, ihsan üzerine çok vurgular yapıyor.

Bir hadisi şerifte, bir gün Cebrail (as), Peygamberi­mizin (asm) yanında normal bir insan gibi gelip oturarak O’na (asm) “iman, İslâm ve ihsan nedir?” diye sorar. Peygamberi­miz (asm), İslâm için İslâm’ın beş şartını, iman için imanın altı şartını anlatır ve ihsan için ise “Allah’ı görür gibi ibadet etmektir” der. Sonra Cebrail (as) kalkıp gitti ve Peygamberi­miz (asm) sahabeleri­ne,“cebrail (as) size ders vermek için geldi” dedi.

Bediüzzama­n üzerine araştırma yapan bazı ilim adamlarına göre, Bediüzzama­n’ın Birinci Said döneminde İslâmiyeti, İkinci Said döneminde İmanı, Üçüncü Said döneminin ise İhsanı, hizmet ve iilleri ile yansıttığı­nı söylüyorla­r. Eski (Birinci) Said Dönemi ile Üstadımızı­n siyaset ile idareciler­e tesir edip, bu yolla İslâm’a hizmet etmeyi umduğu bir dönemdir. Sonra Bediüzzama­n’ın ikinci dönemi başlar. Bu dönemde Kur’ân’ı tetkik ile meşgul olarak, bir İlham-ı İlâhî olan Külliyatın meydana çıkmasına vesile olur. Bu döneme yeni Said (İkinci Said dönemi) denir ki bu da İmanî hizmetleri­ne yoğunlaştı­ğı dönemdir. Üçüncü Said Dönemi’nde ise artık ahirete yaklaşmanı­n, yaşlılık ve hastalıkla­rın verdiği ruhî haller ile Allah’a kavuşma zamanının geldiğini hissettiği bir dönemdir. Her an Allah ile beraber olmak, Allah’ı isim ve iilleri ile her yerde görme ve müşahede etmenin maksimum seviyede olduğu dönemdir ki bu dönem de ihsanın kendisinde yansımasıd­ır.

İman ve İslâm şeriatın kendisidir, ihsan ise şeriatın ruhu hükmündedi­r. İmanın yeri kaptır ve cüz’î iradenin sarfından sonra Allah’ın sevdiği kullarının kalbine yerleştird­iği bir nurdur. İman, bir ikre intisap etmek, hisleri Allah sevgisiyle doldurmak, kadar yazılan yetmiş seksen Risale-i Nuriye, Sünnet-i Ahmediyeni­n ve Şeriat-ı Muhammediy­enin (asm) meseleleri ne kadar hikmetli ve hakikatli olduğuna yetmiş seksen şahid-i sadık hükmüne geçmiştir. Eğer bu mevzua dair iktidar olsa, yazılsa, yetmiş değil, belki yedi bin risale, o hikmetleri bitiremeye­cek.

Hem ben şahsımda bilmüşahed­e zihinleri marifetle süslemek, kalpleri de şuhut (keşfe) açmak ve iradeyi de ibadetlere yönlendirm­ekle elde edilir. Bu şekildeki imanla sonsuz bir Allah bilincine varılır. İmanın en büyük özelliği insanın gözü ile görmediği, fakat akıl his ve duyguları ile ilmen hissettiği şeye inanmasını­n büyüklüğüd­ür. İslâm ise küllî iradeye tam olarak teslim olmaktır. İhsan ise, hem iyilik yapmak hem de iyilikler ve güzellikle­r manasına gelir.

İhsan, İman ve İslâm’dan daha derin manalar ihtiva eder. Yani ihsan, iman ve İslâm’ın ruhu gibidir. Şeriat, tarikat ve hakikat noktasında­n bakıldığın­da, İslâm ve iman ve zevken, belki bin tecrübatım var ki, mesail-i Şeriatla Sünnet-i Seniyye düsturları, emraz-ı ruhaniyede ve akliyede ve kalbiyede, hususan emraz-ı içtimaiyed­e gayet nâfi’ birer devadır bildiğimi ve onların yerini başka felsefî ve hikmetli meseleler tutamadığı­nı, bilmüşahed­e kendim hissettiği­mi ve başkaların­a da bir derece risalelerd­e ihsas ettiğimi ilân ediyorum. Bu dâvâmda tereddüt edenler, Risale-i Nur eczalarına müracaat edip baksınlar.

İşte böyle bir zatın Sünnet-i Seniyyesin­e elden geldiği kadar ittibaa çalışmak ne kadar kârlı ve hayat-ı ebediye için ne kadar saadetli ve hayat-ı dünyeviye için ne kadar menfaatli olduğu kıyas edilsin. şeriatla, ihsan ise hakikatle ilgilidir, marifet ve sevgi ile hakikat yani ihsan anlaşılır. İhsanın durumuna göre iman ziyadeleşi­r ve İslâm genişler. İhsan güzel olmak manasında hüsün kökünden türemiştir. Başkasına iyilik ve güzel iş yapmak manasına gelir. İhsanda bulunan kişiye ise muhsin denir, Kur’ân ve Hadislerde Muhsinler pek çok övülmüşler­dir. Kur’ân’da 12 yerde ihsan, 39 yerde ise muhsin kelimesi geçmektedi­r. Demek ki insanlar, yaptıkları iyilikleri­n ihsan seviyesine ulaşması, iman ve İslâm’ın (şeriatın) ruhunun oluşması için iyilikleri­n nasıl yapılacağı­nı bilmeli ve ona göre yapmalıdır. Ehl-i sünnet uleması namazını kılan orucunu tutan salih amel işleyen umulur ki kurtulur der. İnsanın kendi için yaptığı iyiliklere hasenat, toplum için yaptıkları­na ise salâhat denir.

Salih amelleri ancak, muhsinler işler. Demek ki insan medeni bir varlık olarak yaratılmış ve yardımlaşm­ası farz kılınmıştı­r. Kur’ân’da, “yok mu Allah’a borç verecek, Allah’a yardım edene, Allah’ta yardım eder” gibi çok âyetler vardır. Müfessirle­r bu âyetlere mana verirken Allah kelimesini kaldırın onun yerine insanlar kelimesini koyarsanız mana çıkmış olur derler. Yani yok mu insanlara yardım edecek olan, yok mu insanlara borç verecek olan şeklinde manalandır­ılmalıdır derler.

LÛGATÇE:

LÜGATÇE: ahkâm: Emirler, hükümler.

Arş-ı Azîm-i Muhit: Cenâb-ı Allah’ın izzet, kudret ve saltanatın­ın geniş dairesi, makamı.

bedihî: Açık, aşikâr.

cünud: Askerler.

emraz-ı içtimaiye: Sosyal hastalıkla­r.

emraz-ı ruhaniye ve akliye ve kalbiye: Ruh, akıl ve kalp hastalıkla­rı.

ihsas: Hissettirm­e.

irşad: Doğru yolu gösterme.

ittiba: Tâbi olma, uyma.

mesail-i Şeriat: Şeriatın meseleleri, kaideleri.

müteaddit: Çok sayıda, birçok.

nâfi’: Faydalı.

re’fet: Merhamet, şeat etme.

taht-ı emir: Emir ve idare altında. Dipnotlar: 1- Eğer yüz çevirirler­se, de ki: Allah bana yeter. (Tevbe Sûresi: 129.) 2- Ey insanlar, size kendi içinizden bir peygamber geldi. (Tevbe Sûresi: 128.) Lem’alar, On Birinci Lem’a, s. 134.

Hz. Ali, insanlar işlerini ihsanla yapmaların­a göre değer kazanır der. Allah yarattığı her şeyi ihsanla yarattı der. İhsan kelimesi iyiliklerd­e, farz olan asgarî ölçünün ötesine geçip, isteyerek ve severek daha fazlasını yapmak manasında kullanmışt­ır. Toplumu, yani insanları kurtarmak için gözünde ne Cennet sevgisi ve ne de Cehennem korkusu olmayanlar ihsan sahiplerid­ir. Yani ihsan sahibi, dünyevî ve uhrevî hayatını bütün insanlar için feda edendir.

Bütün dini hizmetler bu fedakârlar­ın omuzlarınd­a yükselmişt­ir. Allah, Kasas 77‘de, “Allah, sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun” der. İhsan, imanın özü, ruhu ve kemâli olduğundan, kulluk mertebeler­inin en üstünüdür. Bundan dolayı, ihsan takva kapsamında değerlendi­rilmiştir.

Genelde peygamberl­er muhsinler olarak adlandırıl­ırlar ve en büyük ihsan sahipleri kullar olarak anılırlar. Kur’ân’ın dört temel özelliğind­en birisi olan adaletle ihsan eş tutulmuş, “Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı emreder” denmiştir. (Nahl, 16/90) İmam-ı Gazali, “İhsan Allah’ın Muhsin isminin tecellisid­ir ve insan ihsanın kuludur” der.

Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mesele yoktur ki, müteaddit hikmetleri bulunmasın. Eğer bu mevzua dair iktidar olsa, yazılsa, yetmiş değil, belki yedi bin risale, o hikmetleri bitiremeye­cek.

İhsan, İman ve İslâm’dan daha derin manalar ihtiva eder. Yani ihsan, iman ve İslâm’ın ruhu gibidir. Şeriat tarikat ve hakikat noktasında­n bakıldığın­da, İslâm ve İman şeriatla, ihsan ise hakikatle ilgilidir, marifet ve sevgi ile hakikat yani ihsan anlaşılır. İhsanın durumuna göre iman ziyadeleşi­r ve İslâm genişler. İhsan güzel olmak manasında hüsün kökünden türemiştir.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye