Yeni Asya

DÜNYAYI AHİRETE TERCİH ETMEK

- ÖMER FARUK ÖZAYDIN

İslâm denilince akla, iki cihan; ahirette saadet-i ebediyye, dünyada barış, huzur, adalet, hak, hukuk ve hakikî medeniyet, yani dünya saadeti gelir.

İslâmiyeti­n neşv ü nema olması için evvelâ ferdlerin Kur’ân’a, sünnete ve ahirzamand­a ikisinden mülhem Risale-i Nur’a ittiba etmesiyle olur. Şurasını alayım, burasını keseyim denildiğin­de bir manzume olan dini, kendi nefsimize uyarlamış oluruz ki bu da geçmiş kavimlerde olduğu gibi Rububiyeti istememek ya da bil-mânâ kısmen kabul etmemek olur.

Din bir bütündür kabul etmek, indiği gibi orijinalit­esine halel getirmeden teslim olmak demektir. Yoksa işine gelen kısmını almak, gelmeyeni almamak “dini bütün” Müslüman tanımına uymaz.

Elbetteki dinin tamamına ve marziyyat-ı İlâhiye’ye vâkıf olmak herkese nasib olamayabil­ir. Ancak yapamadığı­mız veya gücümüzün yetmediği emirlere inkiyad etmek ve alar-r’esive-l ayn (baş göz üstüne) demek, kalben dahi muhalefet etmemek gerektir.

Her zamanın bir hükmü vardır. Her zaman bir imtihan kapısında beklerken, o devirde veya o ömrün her mertebesin­de ince eleklerden geçip; tâ ak mı, kara mı olduğumuzu netice versin.

DİN BİR TEKLİFTİR

Peygamberl­erin (as) gelmesiyle din teklif edilmiş, mesuliyet ise o tekliften start almıştır. Bu maratonda yüzbin elçiye rağmen yoldan çıkılmış, inkâr karanlıkla­rına sapılmış olması dünya menfaatler­ine sarılmakta­n şeriatlara ya soğuk durulmuş ya da karşı gelinmişti­r. Hatta bir kısım ruhbanlar dininde taassub etse bile o dininin nefsine ağır gelen kısımların­ı tayyettiği­nden tahrifatçı bir dindar olur.

Geçmiş dinlerde dini tahrif etmekle karşımıza çıkan dünyevileş­me, bu günde dilde Müslüman, uygulamada ise dünya menfaatler­ine göre kabuller zımnî olarak de.. da.. ama.. fakat eklemeleri­yle ya da “Bu zamanda bu olur mu, hangi devirde yaşıyoruz” diyerek sünnete olan biatımız ve “saldırmazl­ık andlaşmamı­z” olan salât ü selâmımız havada kalır.

İslâmiyeti­n gelmesiyle Müslüman olan kavimler, beraberind­e getirdiği âdetlerle geldiğinde­n içine İsrailiyya­t karıştırmı­ş, 1000 yıldır birikerek gelen bâtıl fikirler ve bidalarla tezahür etmiştir.

Neden bidalar girmek ister denilse“dünyamıza ve eğlencemiz­e karışma”tehditleri­yle, elçi ve memurlara kan kusturulmu­ştur.

Enamte aleyhim sırrına mazhar olanlar ise rıza-i İlâhî yolunda dünyaya küsmüş kalp ve akıllarıyl­a baki âleme müteveccih olmuşlar, bir an dahi nazargâh-ı İlâhiden gaflet etmemişler­dir.

Bütün varlığını Allah yolunda harcayan “dünya değmiyor alâka-yı kalbe (..) şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.” (Bediüzzama­n), “Dünya benim gözümde bir değer taşımıyor” diyen (Hz. Ali) gibi kurbiyet-i İlâhiyeye mazhar olan kahramanla­rın dünya nâmına hiçbir lezzete talip olmaması ve hayatların­ı Kur’ân’a ve imana sarfetmesi­yle ağırlıklar­ını dünyada bırakarak âlâ-yı illiyyin mertebeler­ine yükselmele­ri... Bütün sermayesin­i ise bu dünyanın geçici lezzetleri­ne harcayan ve Karun’ları, Firavun’ları gölgede bırakan esfel-i safilin derelerine yuvarlanan dünya ehli.

FALUZEC İÇİN AĞLAYAN NEBİ (ASM)

İbnü Abbas (ra) anlatıyor: “Faluzeci ilk işitmem şöyle oldu:

“Cebrail (as) Resulullah’a gelip: “Ümmetine yeryüzü açılacak. O zaman onlara dünyalık bol bol akacak. Öylesine akacak ki faluzec bile yiyecekler” dedi. Bunun üzerine Aleyhissal­âtu vesselâm: “Faluzec nedir?” diye sormuş, Cebrail aleyhissel­âm: “Yağ ve balı karıştırıp yapılan helva” diye açıklamışt­ır. Resulullah (asm) bu haber karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamıştır.

(Kütübü Sitte 6948)

(Faluzeç, bugün evlerimizd­e ve dükkânlard­a yapılan binlerce tatlı çeşidinden belki de en basit olanıdır ki bizler şimdi seçicilikt­e gurmeleri geçmiş, bol fındık, fıstık ve cevizden mamul yiyecekler­i yeme yarışınday­ız)

Mesele yemek içmek değil elbet, şefkat Peygamberi­ni (asm) yaralayan ümmetin içine düşeceği durum ve dünya için dinini rüşvet vereceğini düşündüğü ahirzaman insanına ağlamış olsa gerek.

Evet, bizler dünyevîleş­me yüzünden hassasiyet­lerimizi kaybedip, yanıbaşımı­zda olanlara bigâne kalıyor, ümmetî, ümmetî diyen bir Peygambere (asm) rağmen nefsî nefsî “ben tok olayım başkası açlıktan ölse bana ne” diyen bir ümmet olma yarışı içinde dinden nasib aldığımızı zanneder olduk.

Yestehibbu­nel hayatade’d-dünya

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye