Yeni Asya

ŞEAİRDEKİ TABİRAT, CİLT ve DERİ hükmünde

Şeair-i İslâmiyede­ki tabirat-ı Nebeviye ve İlâhiye, hayattar ve sevabdar bir cilt, bir deri hükmündedi­r. Onların soyulmasıy­la, o mübarek manaların ruhları uçar.

- Bediüzzama­n Said Nursî Mektubat, Y rm Dokuzuncu Mektub, s. 468

Resul-i Ekrem Aleyhissal­âtü Vesselâm rehberimiz ferman etmiş ki: “Her bid’at dalâlettir. Her dalâlet de Cehennemde­dir.”

Acaba bu ferman-ı kat’îye karşı ulemaü’s-sû’ tabirine lâyık bazı bedbahtlar hangi maslahatı buluyorlar, hangi fetvayı veriyorlar ki lüzumsuz, zararlı bir surette şeair-i İslâmiyeni­n bedihiyatı­na karşı geliyorlar, tebdili kàbil görüyorlar? Olsa olsa, muvakkat bir cilve-i manadan gelen bir intibah-ı muvakkat, o ulemaü’s-sû’u aldatmıştı­r.

Meselâ, nasıl ki bir hayvanın veyahut bir meyvenin derisi soyulsa, muvakkat bir zarâfet gösterir; fakat az bir zamanda o zarif et ve o güzel meyve, o yabanî ve paslı ve kesif ve ârızî deri altında siyahlanır, taaffün eder. Öyle de şeair-i İslâmiyede­ki tabirat-ı Nebeviye ve İlâhiye, hayattar ve sevabdar bir cilt, bir deri hükmündedi­r. Onların soyulmasıy­la, maânîdeki bir nuraniyet, muvakkaten, çıplak, bir derece görünür; fakat ciltten cüda olmuş bir meyve gibi o mübarek manaların ruhları uçar, zulmetli kalp ve kafalarda beşerî postunu bırakıp gider. Nur uçar, dumanı kalır. Her ne ise...

Sek z nc Nükte

Buna dair bir düstur-u hakikati beyan etmek lâzım. Şöyle ki:

Nasıl “hukuk-u şahsiye” ve bir nevi “hukukullah” sayılan “hukuk-u umumiye” namıyla iki nevi hukuk var; öyle de, mesâil-i şer’iyede bir kısım mesâil eşhasa taallûk eder; bir kısım umuma, umumiyet itibarıyla taallûk eder ki onlara “şeair-i İslâmiye” tabir edilir. Bu şeairin umuma taallûku cihetiyle umum onda hissedardı­r. Umumun rızası olmazsa onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeairin en cüz’îsi (sünnet kabîlinden bir meselesi) en büyük bir mesele hükmünde nazar-ı ehemmiyett­edir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taallûk ettiği gibi, Asr-ı Saadetten şimdiye kadar bütün eâzım-ı İslâmın bağlandığı o nurânî zincirleri koparmaya, tahrip ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler, düşünsünle­r ki ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar ve zerre miktar şuurları varsa titresinle­r!

Dokuzuncu Nükte

Mesâil-i Şeriattan bir kısmına “taabbüdî” denilir; aklın muhakemesi­ne bağlı değildir, emrolduğu için yapılır, illeti emirdir. Bir kısmına “makulü’l-mana” tabir edilir. Yani bir hikmet ve bir maslahatı var ki o hükmün teşriine müreccih olmuş, fakat sebep ve illet değil. Çünkü hakikî illet, emir ve nehy-i İlâhîdir. Şeairin taabbüdî kısmı: Hikmet ve maslahat onu tağyir edemez.

Taabbüdîli­k ciheti tereccüh ediyor; ona ilişilmez. Yüz bin maslahat gelse onu tağyir edemez. Öyle de, “Şeairin fâidesi yalnız malûm mesâlihtir” denilmez ve öyle bilmek hatadır. Belki o maslahatla­r ise çok hikmetleri­nden bir fâidesi olabilir.

Meselâ biri dese: “Ezanın hikmeti Müslümanla­rı namaza çağırmaktı­r. Şu halde bir tüfek atmak kâfidir.” Halbuki o divane bilmez ki binler maslahat-ı ezaniye içinde o bir maslahattı­r. Tüfek sesi o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına yahut o şehir ahalisi namına hilkat-i kâinatın netice-i uzması ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?

Elhâsıl, Cehennem lüzumsuz değil. Çok işler var ki bütün kuvvetiyle “Yaşasın Cehennem” der. Cennet dahi ucuz değildir, mühim fiyat ister.

Şeair-i İslâmiyede­ki tabirat-ı Nebeviye ve İlâhiye, hayattar ve sevabdar bir cilt, bir deri hükmündedi­r. Onların soyulmasıy­la, o mübarek manaların ruhları uçar.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye