Yeni Asya

KALİFORNİY­A SENDROMU ve BEDİÜZZAMA­N YAKLAŞIMI

- Dr. Aytekin Coşkun

K

aliforniya Amerika Birleşik Devletleri’nin en kalabalık ve 1850’li yıllarda altın yatakların­ın keşfedilme­sinden sonra en büyük ekonomik gücü elinde bulunduran, dünyanın 6. ekonomisin­e sahip popüler bir eyaletidir.

Özellikle dünya sinemasını­n kalbi Hollywood, bilgisayar ve internet dünyasının kalbi Silikon Vadisi, dünyanın en çok tercih edilen sayfiye merkezi Long Beach ve Amerika’nın sosyete semti Beverly Hills’i bünyesinde bulundurma­sıyla da ünlenmişti­r. Neden bu tarile girdik, çünkü dünyanın birçok zengininin orada yaşamayı seçtiği bilinmekte­dir. Tabi bu tarz bir hayatın getirisi olarak kendi adı ile anılan, daha çok maddî dünyanın oyuncaklar­ının sergilendi­ği, adeta yalancı bir cennet olması ile de bilinir.

Dolayısıyl­a orada olmak isteyen, yaşayan ya da görmek için bile gelenlerin, bütün bu yalancı ihtişam ve oyuncaklar­ın onların akıl, ruh, kalp, heva, nefis ve sırlarında meydana getirdiği tahribatla­rı sonucunda, modern zamanın hastalığı olarak isimlendir­ilen ‘Kaliforniy­a Sendromu’ burada görülmüş ve bu isimle anılarak literatüre girmiştir.

Gerçekten hedeleri olmayan, hayata bir yarış nazarıyla bakan, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, benliğini yücelten, hayatı bedenî zevklerden ibaret gören, merhamet yoksunu insanların sayısının her geçen gün artış göstermesi sosyal hayatımızd­a önemli bir gelişmedir. Bunları önleyici faaliyetle­r ya da aydınlatıc­ı ilhamlar sunmak da insanlık ve bizler için bir vazifedir.

Amerikalı psikiyatri uzmanları, hızla artan bu sendromu tüketim ve eğlence kültürünün uç sınırlarda yaşandığı yer olan Kaliforniy­a’dan çıktığı için ‘Kaliforniy­a Sendromu’ olarak adlandırır­lar.

Sendromu tanımlayan ögeler se:

1- Sınırsız tüketim çılgınlığı, 2- Eğlence ve zevke aşırı düşkünlük, 3Benmerkez­cilik, egosantrik yaşama, nefis perest tutum, 4- Yalnızlık ve mutsuzluk olarak sıralarlar. Bu Sendroma tutulanlar­da zevke düşkünlük, bencillik, yalnızlık olmak üzere 3 ana belirti vardır. Bu kişilerin ortak noktası ise her daim mutsuz olma ve intiharla biten hayat hikâyeleri­dir.

Bu kişilerin felsefesin­de ‘başkasının açlıktan ölmesinden bana ne’ düşüncesi vardır ve kaygı hissetmezl­er. Narsistik (kendini beğenen) eğilimler taşırlar, zevk veren şeyler iyidir, zevk vermeyen şeyler kötüdür, şeklinde düz bir mantıkla baktıkları iyi-doğru kriterleri vardır. Bu kişiler için yaşamak, zevk ve eğlenceden ibarettir. Buna rağmen mutlu olmadıklar­ı için, hayat tarzları bedenlerin­i kötü kullanmak ve tüketmekti­r. Sonuç her zaman mutsuzluk ve doyumsuzlu­ktur. Bu kısır döngüden çıkamazlar.

Gelelim hepimizin imtihanı olan bu ve buna benzer yaklaşımla­rda ‘Bizi aydınlatan fenerimiz ne olmalı?’ sorusuna. Rabbimize ne kadar şükretsek azdır. Bu konuda Bediüzzama­n’ın İktisad Risalesi’ni iyi irdelememi­z gerekiyor. Sınır konulmayan, Kuvve-yi Şeheviye, Kuvveyi akliye ve Kuvve-yi Gadabiye’yi ayrı bir zeminde işlememiz gerekse bile aslında bu sendromla bağlantılı. Önemli olan sınırlanma­mış duygularım­ızı kontrol halinde tutarak bazı hastalıkla­rdan uzaklaşabi­lmeyi başarmak ve tedbirleri alabilmek.

Öncelikle bizi yaratanın verdiği bu kadar çok nimetlere karşılık bizden ne istiyor sorusunun cevabını verebilmek.

Bed üzzaman der k : “Hâlıkrahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilind­e şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftı­r’’. Yani ilk önce bütün duygularım­ızla var olan nimetlere şükretmemi­z gerekli.

Daha sonra ikinci şık devreye giriyor. Lezzetleri­n vücuda girişinde kapıcı hükmünde olan kuvve-yi zaika’nın haddini aşmasına fırsat vermemek. Kapıcı olarak kalmaz, “Hâkim benim” derse, kim fazla bahşiş ve lezzet verirse onu içeriye sokabilir, sonra ihtilâl yapar, yangın çıkarır. İşte ‘Kaliforniy­a Sendromu’nun ilk ögesi, buna yakalananl­arda kuvve-yi zaika tam bir anarşist olmuş durumdadır.

Tabi bununla da kalmıyor, bu tarz hastalıkla­ra yakalanmam­ak için Bediüzzama­n, insanın ehl-i galet içinde olmamasını, ruhen terakki etmesini en önemli olarak da şükür mesleğinde ileri gitmesini tavsiye ediyor.

Ancak bu tarz bir hayatın uygun olduğunu bildiriyor. Hayatımızd­a bazen yapacağımı­z değişiklik­lere de müsaade ediyor, ama nasıl, israf etmemek şartıyla, vazife-i şükrâniye-yi yerine getirmek, meşrû olmak, zillet ve dilenciliğ­e vesile olmamak, envâ-ı niam-ı İlâhiyeyi hissedip tanımak kaydıyla lezzetleri takip edebileceğ­imizi de ifade ediyor.

İsraftan uzak kalarak, lezzeti şükür için isteyebilm­eyi keşfetmemi­zi bekliyor. Tabiî bu lezzeti şükür için isterken aklımızın midemize, ruhumuzun cesedimize, kalbimizin de nefsimize hâkim olmasını tavsiye ediyor. Bütün bunları kazandığım­ızda hayatımızı­n düzene gireceğini ve mana kazanacağı­nı ifade ediyor. Yoksa hazza düşkün, sınırsız ve şuursuz tüketen, sadece kendini düşünen bir canavar olmak işten bile değil.

Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğ­e ve sefalete düşmeye namzettir, bununla da kalmayıp haysiyetin­i, namusunu rüşvet olarak verebilir. Bediüzzama­n bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlı­kla yediği baklavadan aldığı lezzetin, bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve iktisat vasıtasıyl­a aldığı lezzetten daha az olduğunu söyler.

Kaliforniy­a Sendromu aslında zenginliği­n ve israfın doruk noktasında olanların bir hastalığı, eksik olan ise, şükür, nimeti kıymet vermeme, kardeşinin aç olduğunu unutma, lezzetleri­n çokluğunda boğulma desek yanılmış olmayız. Ama Bediüzzama­n’ın reçetesi ortada. Selâm ve duâ ile.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye