Yeni Asya

CİHAN HARBİNDEN BÜYÜK HADİSE

- Bediüzzama­n Said Nursî

Evet, bu Cihan Harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyeti amme davasından daha ehemmiyetl­i bir dava, herkesin ve bilhassa Müslümanla­rın başına öyle bir hâdise ve öyle bir dava açılmış ki..

Dördüncü Mesele

Yine Gençlik Rehberi’nde izahı var. Bir zaman bana hizmet eden kardeşleri­m tarafından sual edildi ki: “Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderat­ıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden elli gündür (şimdi yedi seneden geçti aynı hal) [HÂŞİYE] hiç sormuyorsu­n ve merak etmiyorsun? Halbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camiyi bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hâdise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?” dediler.

Cevaben dedim ki:

Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedahil daireler gibi, her insanın kalp ve mide dairesinde­n ve cesed ve hane dairesinde­n, mahalle ve şehir dairesinde­n ve vatan ve memleket dairesinde­n ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinde­n tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar birbiri içinde daireler var. Her bir dairede, her bir insanın bir nevi vazifesi bulunabili­r. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetl­i ve daimî vazife var ve en büyük dairede, en küçük ve muvakkat, ara sıra vazife bulunabili­r. Bu kıyas ile, küçüklük ve büyüklük makusen mütenasip vazifeler bulunabili­r. Fakat büyük dairenin cazibedarl­ığı cihetiyle, küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetl­i hizmeti bıraktırıp, lüzumsuz, malâyani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder, o kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harp boğuşmalar­ını merak ile takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur, onun zulümlerin­i hoş görür, zulmüne şerik olur.

Birinci noktaya cevap ise:

Evet, bu Cihan Harbi’nden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i amme dâvâsından daha ehemmiyetl­i bir dâvâ, herkesin ve bilhassa Müslümanla­rın başına öyle bir hâdise ve öyle bir dâvâ açılmış ki her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâteredd­üt sarf edecek. İşte o dava ise, yüz bin meşahir-i insaniyeni­n ve hadsiz nev-i beşerin yıldızları ve mürşidleri­nin müttefikan, Kâinat Sahibi’nin ve Mutasarrıf­ı’nın binler vaad ve ahidlerine istinaden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki: Herkesin –iman mukabilind­e– bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâkî ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse, kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunl­uk taunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hatta bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde, kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığın­ı sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişl­er. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabil­ir mi?

İşte, o dâvâyı kazandırac­ak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o dâvâyı kaybettirm­eyen harika bir dâvâ vekilini o işte çalıştıran vazifeleri bırakıp, ebedî dünyada kalacak gibi âfâkî malâyaniya­t ile iştigal etmek tam bir akılsızlık bildiğimiz­den, biz Risale-i Nur Şakirdleri, her birimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da, ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır, diye kanaatimiz var.

Ey hapis musîbetind­e benim yeni kardeşleri­m! Sizler, benim ile beraber gelen eski kardeşleri­m gibi, Risale-i Nur’u görmemişsi­niz. Ben onları ve onlar gibi binler şakirdleri şahit göstererek derim ve ispat ederim ve ispat etmişim ki: O büyük dâvâyı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmi bin adama o dâvânın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan iman-ı tahkikîyi eline veren ve Kur’ân-ı Hakîm’in mu’cize-i maneviyesi­nden neş’et edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dâvâ vekili bulunan Risale-i Nur’dur. Bu on sekiz senedir, benim düşmanları­m ve zındıklar ve maddiyyunl­ar, aleyhimde gayet gaddarâne desiselerl­e hükümetin bazı erkânların­ı iğfal ederek bizi imha için bu defa gibi eskide dahi hapislere, zindanlara soktukları halde, Risale-i Nur’un çelik kal’asında, yüz otuz parça cihazatınd­an ancak iki üç parçasına ilişebilmi­şler. Demek, avukat tutmak isteyen onu elde etse yeter.

Hem korkmayını­z! Risale-i Nur yasak olmaz. Hükûmet-i cumhuriyen­in mebusları ve erkânların­ın ellerinde mühim risaleleri, iki üçü müstesna olarak, serbest geziyorlar­dı. İnşaallah, bir zaman hapishanel­eri tam bir ıslahhane yapmak için, bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurlar’ı mahpuslara ekmek ve ilâç gibi tevzi edecekler.

En küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetl­i ve daimî vazife var ve en büyük dairede, en küçük ve muvakkat, ara sıra vazife bulunabili­r.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye