Cumhuriyet ne? Demokrasi nerede? Ve diğerleri - 3
Cumhuriyeti, demokrasiyi, saltanatı ve meşrûtiyeti önce tarif ve sonra da tarih içindeki serencamını kısaca tesbit ettiğimiz son iki yazımızın tam anlaşılabilmesi için bu gün bazı ilâveler yapmak gerekti:
1. Bu kavramların hangi anlamlara geldiği hususunda genel bir kabul vardır. Zira genelleşmiş, yerleşmiş ve önemli ölçüde tektipleşmiştir.
Birileri bu ortak kabulün dışına çıkarak kendince yeni bazı tariler yapabilir, bu kelimelere yeni anlamlar yüklemeye kalkabilir. Ama unutulmamalıdır ki bu tutum her şeyden önce o kişinin şahsî tercihi olarak kalır.
Ayrıca bu tarif farkı o kişinin bu konularda kendisini doğru şekilde anlatmasını da zorlaştırır.
Bu sebeplerle bu kavramları kullanırken ortak kabul gören anlamından yola çıkmak her zaman daha sağlıklıdır.
2. Osmanlının son döneminden bu yana ülkemizdeki devlet sisteminin geçirdiği değişim iniş-çıkışlarla doludur. Ancak unutulmamalıdır ki süreç genel olarak insan hakları ve özgürlükler lehinedir ve genel olarak iyi yönde olmuştur.
Bu durum ümitli olmamızı ve ümitsizlik pompalayanlara kanmamamızı gerektirir.
3. Esasen sadece ülkemizde değil tüm dünyada insanlık tarihi bir yönüyle insan hakları tarihidir ve insanlık temel haklar ve hürriyetler alanında genel olarak iyiye gitmektedir.
Zira biliyoruz ki hürriyet ateşi bir kişinin ya da bir toplumun bağrında bir kere yanmışsa artık sönmez. Zaman zaman küllense bile o ateş günü gelir yeniden parlar. Yeter ki şartları hazırlansın.
Önemli olan Türkiye’nin de öz değerleriyle bu iyiye gidişe katkı yapması ve iyiye gidişten pay almasıdır.
4. Bu konularda“doğru eğitim”çok önemlidir. Bir okuyucumuz ufkumuzu açan bir hatırasını anlattı:
İlk ve orta eğitim yıllarında tarih derslerinde padişahın yetkilerinin bir kısmının elinden alınması suretiyle mutlakiyetten meşrûtiyete geçilmesini, yani 1876’da Anayasanın ilânını ve sonra 1908’de askıdan indirilip yeniden uygulanmasını“doğru ve iyi”bir gelişme olarak değil, aksine, devlet ve din adına “olumsuz, rahatsız edici ve hatta yıkıcı” bir gelişme olarak algılamış. Üstelik bu algı kendisine has bir durum da değilmiş. Genel olarak yaşıtlarının çoğu böyle algılamışlar.
Esasen kötü niyetli demokrasi düşmanları bilhassa Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesi ve sonrasında yaşananların suçunu çoğu zaman ikinci meşrûtiyetin ilânına bağlar ve “Meşrûtiyet ilân edilmeseydi Osmanlı Devleti parçalanmazdı” gibi hem bilgi olarak yanlış ve hem de kader inancımıza da aykırı bir hüküm cümlesi kurar. Üstelik de bunu dinseverlik ve Osmanlıseverlik adına yapar.
Bu durum da gösteriyor ki eğitim sistemimiz bir yandan cumhuriyeti idealize etmeyi temel hedef yapmışken diğer yandan eğitim çarkları padişahçı-saltanatçı ve hatta istibdatçı ve mutlakiyetçi fertler yetiştiriyor.
Tv dizileri de maalesef bu kötü gidişata çanak tutuyor.
5. Bu yanlış eğitimin en vahim sonucu da, tek parti dönemindeki istibdadın cumhuriyet adı altında tatbik edilmesinin de etkisiyle ortaya çıkan bir “cumhuriyet düşmanlığı” fikridir.
Gerçekten birçok dindar entelektüel (!) 1924-1950 arasındaki tek parti dönemini cumhuriyetin kendisi olarak kabul ve tarif ediyor ve dolayısıyla kavram olarak cumhuriyeti karşısına alıyor. Böylece yine bir kavram olarak cumhuriyetin zıddı olan saltanatın yanına düşmüş oluyor.
“Cumhuriyetçiyiz” diyenlerin çoğunun o dönemin yanlışlarını cumhuriyet adına savunması ve aynı zamanda cumhuriyetçi olmak için Kemalist olmayı dayatması da bu sahadaki kutuplaşmayı ve zıtlaşmayı arttırıyor.
Hâlbuki o “cumhuriyet düşmanı” zatlar, gerçekte bir parantez içinden ibaret olan tek parti dönemini “adı cumhuriyet” olarak ya da “manasız isim ve resimden ibaret bir cumhuriyet”olarak görebilseler cumhuriyetle zıtlaşmayacaklar ve zihnen ve kalben saltanata kaymayacaklar.
İşte bu sebeple diyoruz ki işin özü demokraside ve demokrasi eğitiminde.
Ne mutlu gerçek demokraside ve onun bir adım ilerisi olan gerçek cumhuriyette buluşmak isteyenlere…