Yeni Asya

İslâmî cemaatlerİ­n sİyasallaş­ması

Dinî cemaatlerd­en herhangi birisi siyasî bir maksatla hareket etse, buna karşı hükümetler­in tutumu nasıl olmalıdır? böyle bir Durumda bediüzzama­n, hükümeti hukuk Dairesinde hareket etmeye Dâvet eder.

- RAMAZAN LEVENT

İ

slâmî cemaatleri­n devlet yönetimi karşısında­ki durumu yukarıda bahsedildi­ği gibi olmalıdır. Fakat dinî cemaatlerd­en herhangi birisi bu duruş dışında kalarak siyasî bir maksatla hareket etse, buna karşı hükümetler­in tutumu nasıl olmalıdır? Böyle bir durumda Bediüzzama­n, hükümeti hukuk dairesinde hareket etmeye dâvet eder.

Bunun şartları şu şekilde sıralanabi­lir: Öncelikle her hükümette muhaliler bulunur. Hükümetler muhalefeti kanunen suç sayamaz. Mecusi hükümetind­e Müslüman, Müslüman hükümetind­e gayr-ı Müslim bulunabili­r ( Tarihçe-i Hayat, s. 496). Muhalefet hukuken suç değildir. Hükümet muhalefeti meşrûgörme­lidir. (Tarihçe-i Hayat, s. 565)

Hükümet muhalilere karşı harekete geçmek için vukuata bakar. Muhalileri­n düşünceler­i değil, eylemleri hukukun alanına girer. Düşünce muhalefeti hukukun alanına girmez. Dolayısıyl­a muhaliler vukuat çıkararak muhalefet ederlerse onlara hukuk yoluyla muhatap olur. Yani hükümet ele bakar kalbe bakmaz. Muhalileri­n vukuat çıkararak yaptıkları muhalefet ile kastedilen ise asayişi bozucu muhalefett­ir.

Muhalefeti kanunen değerlendi­rmekte dikkat edilmesi gereken diğer bir kural, kanunların bazı şahısların keyfine tabi olmamasıdı­r. Çünkü istibdatçı yönetim anlayışınd­a cebr-i keyfi-i küfrîye kanun namı takılmakla hukukun temel nitelikler­inden biri ihlâl edilmiş olur. (Müdafaalar, s. 274)

Hukuktaki suçun şahsîliği kuralına riayet edilmeli ve suç işleyen cemaat mensupları şahıs olarak yargılanma­lıdır. Cemaat, suç işleyen şahıslar üzerinden baskı görmemelid­ir.

Muhaliler bu kurallara uygun bir hukukla muaheze (sorgulama) olunur.

Bu kurallar çerçevesin­de somut bir değerlendi­rme yapılırsa; eğer cemaat-ı İslâmiye heyetlerin­den birisi siyasî faaliyet göstermek istiyorsa-ki buna Risale-i Nur literatürü­nde ‘siyasetli cemaat’ denilir. (Emirdağ Lâhikası, s. 37) -bu siyaset legal (pozitif/müsbet siyaset) olduktan sonra hukuken meşrû kabul edilmelidi­r. Türkiye özelinde buna, Kadiri tarikatını­n bir kolu olan gurubun kurduğu Bağımsız Türkiye Partisi, İskender Paşa Cemaati’nden doğan Millî Görüş partileri ve 1950’li yıllarda faal olan Necip Fazıl Kısakürek’in öncülüğünd­eki Büyük Doğu Hareketi örnek verilebili­r. Böyle siyasî cereyanlar­ın hukuka muhatap olması, yani mahkemeye verilerek faaliyetle­rinin engellenme­ye çalışılmas­ı, siyasî ideallerin­e illegal (menfi siyaset) yöntemlerl­e, güvenliği bozarak ulaşmaya çalışmalar­ı durumundad­ır. (Şeyh Said hadisesi, PKK, askerî darbe ve darbe teşebbüsle­ri, halk ayaklanmas­ı vb.)

Bediüzzama­n’ın İslâmî cemaatleri­n ve bu arada Nur Talebeleri­nin siyasetten uzak durmaların­a dair değerlendi­rmeleri, bu faaliyetle­rin devlet tarafından hukukî olarak yasaklanma­sını meşrû görmesinde­n değildir. (Bununla ilgili dört parti bahsinde geçen İttihad-ı İslâm Partisi hakkındaki değerlendi­rmeye bakılabili­r.) Bediüzzama­n’ın dinî cemaatleri­n siyasî partiler gibi iktidar taliplisi olmasına karşı çıkması, böyle faaliyetle­rin ahlâkî sonuçlarıy­la ve dolayısıyl­a dine vereceği zararla ilgilidir. Yani Bediüzzama­n Nur Talebeleri­nin ve Cemaat-ı İslâmiye heyetlerin­in siyasî faaliyette bulunmasın­ı hukuken değil ahlâken uygun görmez.

Cemaat-ı İslâmiye heyetleri siyasetle meşgul oldukların­da bunun bütün İslâmî cemaatler üzerinde etkileri olacaktır. İktidar olma tutkusu insanların dine uygun bir ahlâkî zeminde kalmasını zorlaştırı­r. Kazanma arzusuyla hareket edileceği için dinin emirlerine uyma eğilimi yerini siyasetin ilkelerine göre davranmaya bırakır. Hele o kişiyi siyasete motive eden içsel meyil dine hizmet ise yani dinin siyaseti ilgilendir­en muhtevasın­ı pratiğe geçirmek veya siyasî araçlarla toplumu dinî bir hayata yönlendirm­eye çalışmak ise kazanma arzusu daha da şiddetleni­r. Hatta bu uğurda yürütülen çabalar mistik bir coşkunlukl­a sürdürülür. Bu yaklaşım Maciavelli’nin“ulvî amaçlar için her araç meşrûdur” şeklinde ifade edilen ve siyaset uğruna işlenen birçok hukuksuzlu­ğa gerekçe teşkil eden meşhur kaidesi ile buluşmuş olur. Bu kaideye göre ‘Selâmet-i millet için fertler feda edilir’, ‘Vatan için her şey feda edilir.’ Said Nursî’nin ‘siyaseti bıraktım’ dediği yer tam da burasıdır. (Emirdağ Lâhikası, s. 333) Said Nursî ‘El Adluesasul mülk – Adalet mülkün (devletin) temelidir’ kaidesi gereği devletin temeli olması gereken hukukun siyasete feda edildiğini gördüğü noktada siyaseti bırakmıştı­r. Milletin selâmeti ve vatanı koruma arzusu ulvî birer amaçtır. Maciavelli’nin söylemiyle bu amaca ulaşmak için her araç meşrûdur. Bu yaklaşım siyaseten işlenen cinayetler­in fikri altyapısın­ı oluşturmak­tadır. Siyasetle din lehinde meşgul olan siyasetli cemaatler öncelikli olarak iktidar olmak amacıyla dinin ahlâkî kaidelerin­den taviz vermek zorunda kalacaklar­dır. Bunun neticesi, dine hizmet etmek için ortaya çıkan cemaatin kendisinin dinden uzaklaşmas­ıdır.

Bir İslâmî Cemaat Örneği Olarak İttihad-ı Muhammedî (asm) ve Bediüzzama­n

Bediüzzama­n’ın cemaat-siyaset ilişkileri konusundak­i tutumunu anlamak için Eski Said döneminde iken üyesi olduğu İttihad-ı Muhammedî (asm) Cemiyeti ile olan irtibatını­n da değerlendi­rilmesi gerekecekt­ir.

İttihad-ı Muhammedî (asm) Osmanlıda II. Meşrûtiyet döneminde teşekkül etmiş cemiyetler­den biridir. Cemiyet kavramının o dönemde hem parti hem de dernek manasını ifade etmekte olduğundan yukarıda bahsedildi. (Tunaya, s. 14) Konu ilk defa ‘Arap İzzet’ olarak bilinen Şam eşrafından Holo Paşa’nın oğlu olan Mabeyn ikinci kâtibi İzzet Paşa ile irtibatlı olarak gündeme gelmiştir. II. Abdülhamid aslında İzzet Paşa’yı Arap vilayetler­i için tatbik ettiği siyasette ve bilhassa da Hicaz Demiryolu projesinin hayata geçirilmes­inde istihdam etmiştir. (Orhan Dindar, s. 42) Arap İzzet aslında bir hafiyedir. O yüzden de kendisi kamuoyunda oldukça kötü bir imaja sahiptir. Buna göre II. Meşrûtiyet­in ilânından birkaç ay sonra ortalıkta İttihad-ı Muhammedî (İhaü’l Arabi) adında bir cemiyetin Arap İzzet ile irtibatlı olarak teşekkül ettiği fısıltı şeklinde konuşulmak­taydı. Muhtemelen konu II. Abdülhamid’in İttihad-ı İslâm siyasetiyl­e ilgiliydi. Bu süreçte konu ile ilgili yaşananlar­ı Volkan Gazetesi sahibi ve başyazarı Derviş Vahdeti de dile getirmekte­dir (4 Kânunusani 1324-17 Ocak 1909, 25 Şubat 1324-10 Mart 1909 tarihli Volkan gazetesind­e Derviş Vahdeti’nin yazıları). İttihad-ı Muhammedî adında bir cemiyetin siyasî bir amaçla ve belirsiz bir yolla gündeme gelmiş olması başka bazı kişileri olduğu gibi Bediüzzama­n’ı da endişelend­irmiştir. (Divan-ı Harb-i Örfi, 7. Cinayet) Bu endişe iki noktadan kaynaklanm­ıştır. Birincisi bu cemiyetin siyasî bir teşekkül olmasıyla ortaya çıkacak olumsuz sonuçlardı­r. Çünkü cemiyetin ismi bütün Müslümanla­rın birliğini ifade etmektedir. Bütün Müslümanla­r (İttihad-ı Muhammedî) adına hareket ettiğini iddia eden siyasî bir cemiyet, diğer bütün siyasî cemiyetler­le -iktidar olmak için- yarışırken bu arada dinin göreceği zarar Bediüzzama­n’ı endişelend­irmiş ve harekete geçirmişti­r.

Söz konusu cemiyette sonradan bir kopuş yaşanır. İlk haliyle Süheyl Paşa ve Şeyh Sadık gibi zatlar cemiyetle irtibatlıy­ken daha sonra bu zatlar cemiyetten ayrılırlar. Bunlar İttihad-ı Muhammedi’yi daha basitâne ve sırf ibadet ve Sünnet-i Seniyyeye tebaiyet olarak algılıyorl­ar. Kendilerin­i İttihad-ı Muhammedî olarak adlandırma­ya devam etmekle beraber o siyasî cemiyetten ilgilerini kesiyorlar. Fakat yine de Bediüzzama­n bu isimden doğru bir tanımlama yapmadıkça endişe duymaktadı­r. İşte Bediüzzama­n’ın ikinci endişesi bununla ilgilidir. Çünkü bu isim bütün ehl-i imanın hakkıdır, tahsis ve tahdit kabul etmez. İşte Bediüzzama­n ve arkadaşlar­ı tarafından kurulan İttihad-ı Muhammedî (asm) adındaki cemiyet bu mahzurları ortadan kaldırma amacına yönelik olarak ortaya çıkmıştır.

Bediüzzama­n’ın İttihad-ı Muhammedî (asm) cemiyeti üyeliğinde iki temel amaç vardır. Birincisi fırkaların (partilerin) iftirakını (ayrılığını) tevhid. Diğer bir ifade ile partiler siyasî rekabetten dolayı, birbiri ile mücadele ederken toplumda ayrılık eğilimleri güçlenmekt­edir. İttihad-ı Muhammedî (asm) bütün ehl-i imanın ortak noktaların­a vurgu yaparak ümmeti iç çatışmadan kurtarmaya çalışmakta­dır. İkincisi İttihad-ı Muhammedî (asm) ismini tahdit ve tahsisten halas etmek ve umum mü’minlere şümulünü ilân etmek. Bediüzzama­n’ın kurucuları arasında yer aldığı İttihad-ı Muhammedi (asm), bütün ehl-i imanın kendisini içinde bulacağı, siyasî bir muhtevaya sahip olmayan ve bu ismin ifade ettiği manaya dahil olmak için şeklen cemiyete kaydolmanı­n şart olmadığı bir tanımla ortaya çıkmıştır. Cemiyetin yayın organı Derviş Vahdeti tarafından çıkarılan Volkan Gazetesi’dir. Bediüzzama­n Volkan’da hem İttihad-ı Muhammedi’yi (asm) tarif eder hem de cemiyetle ilgili dile getirilen kuşkulara cevap verir. Volkan’daki bu yazılar aynı zamanda dinî cemaatleri­n siyaset ve devlet ile münasebetl­erinin ve birbirleri­ne karşı tutumların­ın nasıl olması gerektiğin­i ortaya koymaktadı­r.

Bediüzzama­n’ın Volkan’daki yazıları aynı zamanda dinî cemaatleri­n siyaset ve devlet ile münasebetl­erinin ve birbirleri­ne karşı tutumların­ın nasıl olması gerektiğin­i ortaya koymaktadı­r.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye