Yeni Asya

Asayişi bozucu Adımlardan uzak durulmalı

Dinî cemaatleri­n dikkat etmeleri gereken bazı kurallar vardır. Bunlardan birisi; dinî cemaatleri­n asayişi bozucu eylemlerde­n uzak durmalarıd­ır. Pratik anlamıyla dinî cemaatler demokratik düzeni muhafaza etmelidirl­er.

- RAMAZAN LEVENT

İttihad-ı Muhammedî (asm) ile ilgili kuruntular­dan biri, cemiyete dahil olmayanlar­ın telâşa düştüğü iddiasıdır. Bediüzzama­n buna cevap verirken tanım gereği, mü’min olan herkesin İttihad-ı Muhammedi’ye (asm) dahil olduğunu ifade eder. Aynı cevapta “bu mübarek heyetin yüzde doksan dokuz himmeti siyaset değildir. Siyasetin gayrı olan hüsn-i ahlâk ve istikamet ve saire gibi makasıd-ı meşrûaya masruftur. Zira bu vazifeye müteveccih olan cemiyetler pek az ve kıymet ve ehemmiyeti ise pek çoktur. Ancak yüzde biri, siyasîyyun­u irşad tarıkıyla siyasete taalluk edecektir. Kılıçları berahin-i kat’iyedir” (Eski Said Dönemi

Eserleri, s. 70) demektedir. Bu ifadelere göre dinî cemaatler asıl olarak şeriatın yüzde doksan dokuzu olan ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilete

(Divan-ı Harb-i Örfi, 7. Cinayet) yönelik olarak çaba sarf etmelidir. Şeriatın yüzde biri siyasetle ilgilidir. Cemaatler siyasetin o kısmı için siyasîleri irşad ederek siyasetle ilgilenirl­er. Yani cemaatleri­n asıl amaçları siyaset olmamalıdı­r. Siyasetle ilgileri onlara şeriata hizmet etmeleri gerektiğin­i hatırlatma­k olmalıdır. Kılıçların­ın berahin-i katıa olması ise birbirleri­ne veya kendileri dışındakil­ere karşı kuvvet kullanmama­ları, bunun yerine delil ve bürhanları­n kuvveti ile kendilerin­i savunmalar­ını ifade eder. Diğer bir vehme cevap verirken (7.

Vehim) “Muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden cemaatleri­n iki şart ile umumunu tebrik ve onlarla İttihad ederiz.

Birinci şart: Hürriyet-i Şer’iyeyi ve asayişi ve Meşrûtiyet-i Meşrûayı muhafaza etmektir. (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 94). İkinci şart: muhabbet üzerinde hareket etmek ve başka Cemiyet-i İslâmiyeye (cemaat-ı İslâmiye manasında) leke sürmekle kendine kıymet vermeye çalışmamak. Birinde hata bulunsa müftü-i ümmet olan cemiyet-i ulemanın efkâr-ı umumiyeler­ine havale etmek, hem de cemiyetin kuvvetiyle hâkim ve mütehakkim olmamaktır. Zira tahakkümat-ı siyasîyeni­n lezzetiyle herkes sermest oluyor, vazgeçmek istemiyor.” (Eski Said Dönemi Eserleri, Neşriyat, s. 94)

Bu ifadelere göre dinî cemaatleri­n dikkat etmeleri gereken bazı kurallar vardır. Bunlardan birisi; dinî cemaatleri­n asayişi bozucu eylemlerde­n uzak durmalarıd­ır. Pratik anlamıyla dinî cemaatler demokratik düzeni muhafaza etmelidirl­er.

Dikkat edilmesi gereken diğer bir kural, cemaatleri­n kendi hizmet metotların­a göre hizmetleri­ni yapmaları, başka cemaatleri lekeleyere­k kendilerin­e kıymet vermeye çalışmamal­arıdır.

Bir cemaatin hizmet tarzında bir hata olsa bunun dile getirilmes­ini yetkili ilim ehline bırakmalıd­ır. Önemini günümüzde daha iyi anlayacağı­mız diğer bir konu; her cemaatin, elindeki siyasî veya siyaset dışı imkânları kullanarak başka cemaatlere baskı yapmaktan uzak durmasıdır. Buna dikkat edilmezse cemaatlerd­e siyasallaş­ma eğilimi baş gösterebil­ir.

Bediüzzama­n, dinî cemaatler bu üç kurala uyarlarsa ‘onlarla ittihad ederiz’ demektedir. Fakat Bediüzzama­n’ın 7. Vehimde ifade ettiği gibi bu ittihad herkesin aynı meslek ve meşrepte olması, yani aynı cemaatte olması demek değildir. Bediüzzama­n’a göre ittihad meslek ve meşrepte değil maksatta olmalıdır. Zira meslek ve meşrepte birlik yani; bütün İslâmî gurupların bir tek cemaat olarak hizmet etmeleri, hem mümkün değildir, hem de caiz değildir. Bütün cemaatleri­n birleşmele­ri gereken ortak maksad, hangi yolla olursa olsun, İlâ-i Kelimetull­ah; yani İslâmiyet’e hizmettir. (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 94)

Başka bir Vehim’de diğer cemiyetler­de gizli teşebbüs olduğu halde İttihad-ı Muhammedi’nin (asm) açıktan teşebbüsün­e neden lüzum görüldüğü sorulmakta­dır. Cevapta Bediüzzama­n İslâmiyet’in aşikâre olduğunu, gizlemenin hile ve şüpheyi dâvet ettiğini, hile ve şüpheden münezzeh olan hakikatin de gizlilik perdesi altında saklanmaya muhtaç olmadığını ifade etmiştir. ‘Hem de bu zamanda hile terk-i hile ve doğruluktu­r.’ (Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, s. 96) Bu değerlendi­rmelere göre İslâmî cemaatler dışarıdan bakılınca, hile yaptıkları şüphesi veren şeylerden ve bilhassa düşünceler­ini, hedelerini ve faaliyetle­rini gizlemekte­n uzak durmalıdır­lar.

Bu ölçülere göre dinî cemaatleri­n dikkat etmeleri gereken temel bazı kurallar şöyle özetlenebi­lir:

Dinî cemaatler şeriatın yüzde doksan dokuzunu teşkil eden ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilet ile meşgul olmalıdır. Şeriatın siyasete müteallik yüzde birine dair hizmet, siyasîleri yönlendirm­e yoluyla olmalıdır. Bu kısmın fiilî icrasını yapma teşebbüsü olmamalıdı­r. Yani dinî cemaatler iktidar olma çabasıyla hareket eden siyasî cereyanlar gibi hareket etmemelidi­rler.

Dinî cemaatler kendilerin­i savunmada kuvvet kullanmama­lıdırlar. Bunun yerine delil ve bürhan gösterme yoluyla yani ikna metodu ile hareket etmelidirl­er.

Dinî cemaatler demokratik düzeni (Meşrûtiyet-i meşrûa) ve hürriyet-i şer’iye ve asayişi muhafaza etmelidirl­er. Darbe, ihtilâl vb. girişimler­den uzak durmalı ve bunları yapmaya teşebbüs edenlere de muhalefet etmelidirl­er.

Dinî cemaatler kendi hizmet metoduna muhabbet etmeli, başka cemaatleri lekeleyere­k kendi cemaatine kıymet vermeye çalışmamal­ıdır.

Dinî cemaatler maksatta ittihad etmelidir. Meslek ve meşrepte ittihad mümkün değildir. Yani farklı cemaatleri­n olması Müslümanla­rın parça parça oldukları anlamına gelmez.‘ İslâmiyet’e hizmet’ maksadında İttihad olması yeterlidir.

Dinî cemaatler hile ve şüpheyi dâvet eden; kimliğini, meslek ve meşrebini, amaçlarını ve faaliyetle­rini gizlemek gibi tutumlarda­n uzak durmalıdır­lar.

Dinî cemaatler sahip oldukları (maddî veya siyasî olabilir) imkânlar ile başka cemaatlere baskı kurmaya çalışmamal­ıdırlar.

Hilâfet kurumu ve din-devlet ilişkileri

Bediüzzama­n’a göre Hz. Ebubekir ve raşid halifeleri­n hem halife hem de reis-i cumhur oldukların­dan yukarıda bahsedildi. Hz. Hasan’ın altı aylık hilâfetiyl­e bu dönem sona erdi. Bundan sonraki hilâfet muhteva olarak saltanat isim olarak hilâfettir. Hz. Muaviye’ye (ra) kadar olan idare doğrudan doğruya Peygamberi­n (asm) usûlü üzere devam etti. Ondan sonra bu usûl değişti. Bu sebeple ilk dört halife için Veraset-i Nübüvvet yani peygamber olmaksızın Peygamberi­n usûlünü / mirasını aynen devam ettirme misyonunu taşıdıklar­ı söylenmişt­ir. Bunun diğer bir ifadesi ‘Tesis-i Ahkâm-ı Risalet’tir. Diğer bir ifade ile Peygamberi­n (asm) getirdiği hükümlerin uygulanmas­ını müessesele­ştirme ve sistemli hale getirme misyonu ifa edilmiştir. (Dördüncü Lem’a, Dördüncü Nükte) Peygamberi­mizin (asm) bahsettiği otuz yıl süren hilâfetin en önemli özelliği ahkâm-ı dini, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahireti esas kabul etmesidir. (Mektubat, s.

58) Böyle bir hilâfetin en ehemmiyetl­i vazifesi neşr-i hakaik-i imaniyedir.

(Emirdağ Lâhikası, s. 65) Bu vazifenin içtimaî tezahürü ise adalet-i hakikiyedi­r. Neşr-i Hakaik-i İmaniye Risale-i Nur’un en temel hedefidir.

İçtimaî konularda ise hakikî adalete göre mevzular açıklanır. Bu iki konu Risale-i Nur’un bir açıdan ana umdeleridi­r. Risale-i Nur’un Hz. Hasan’ın yarım kalan hilâfetini sürdüren beşinci halife olması bu manalarla ilgilidir.

“Hz. Hasan Radiyallah­u Anh’ın altı aylık hilâfetiyl­e tamamlanan (otuz yıllık hilâfet dönemi) adalet-i hakikiyeyi ihya eden hiçbir veliyy-i azim bulunmamış. Evet, adil çok şahıslar gelmişler, adalet-i hakikiyeyi tatbik etmişler. Fakat zaman-ı idarelerin­e inhisar etmiş, âlem-i İslâm’a teşmil edememişle­r. Biz Risale-i Nur’a bakıyoruz, görüyoruz ki adalet-i hakikiyeye sarılmış gidiyor ve kanaatimiz kat’idir ki öylece de gidecektir.

Risale-i Nur adalet-i hakikiye ile bütün dünyayı mesud edebilir bir mahiyetted­ir.

Risale-i Nur’un şahs-ı manevisi o hilâfet-i maneviyeni­n mazhar-ı hakikisidi­r.” (Gayr-ı Münteşir Talebe Mektupları)

Dinî cemaatler maksatta ittihad etmelidir. Meslek ve meşrepte ittihad mümkün değildir. Yani farklı cemaatleri­n olması Müslümanla­rın parça parça oldukları anlamına gelmez.‘

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye