İLİM İÇİNDE hakİkate açılan yol
Risale-i Nur, ibadet yerinde ilim içinde hakikate bir yol açmış, sülûk ve evrad yerinde mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikatü’l-hakaika yol açmış.
Risale-i Nur, ibadet yerinde ilim içinde hakikate bir yol açmış, sülûk ve evrad yerinde mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikatü’lhakaika yol açmış.
İlm-i mantıkta “kaziye-i makbule” tabir ettikleri, yani büyük zatların delilsiz sözlerini kabul etmektir; mantıkça yakîn ve kat’iyeti ifade etmiyor, belki zann-ı galible kanaat verir. İlm-i mantıkta bürhan-ı yakînî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerh edilmez delile bakar ki bütün Risale-i Nur hüccetleri, bu bürhan-ı yakînî kısmındandır. Çünkü ehl-i velâyetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-ı imaniye; aynen onlar gibi, Risale-i Nur, ibadet yerinde ilim içinde hakikate bir yol açmış, sülûk ve evrad yerinde mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikatü’l-hakaika yol açmış ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akîde ve usûlü’d-din içinde bir velâyet-i kübra yolunu açmış ki bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalâletlere galebe ediyor; meydandadır. Teşbihte hata olmasın, nasıl ki Kur’ân’ın gayet kuvvetli ve mantıkî hakikati, sair dinleri, felsefe-i tabiiyenin savletinden ve galebesinden kurtarıp onlara bir nokta-i istinad oldu, taklidî ve aklın haricindeki usûllerini de bir derece muhafaza etti; aynen öyle de, bu zamanda onun bir mu’cizesi ve nuru olan Risale-i Nur dahi felsefe-i maddiyeden gelen dehşetli dalâlet-i ilmiyeye karşı avâm-ı ehl-i imanın taklidî olan imanlarını, o dalâleti ilmiyenin savletinden kurtarıp umum ehl-i imana bir nokta-i istinad ve yakın ve uzaklarda olanlara dahi zabt edilmez bir kal’a hükmüne geçmiştir ki bu emsalsiz dehşetli dalâletler içinde yine avâm-ı mü’minînin imanını şüphelerden ve İslâmiyetini hakikatsizlik vesveselerinden muhafaza ediyor.
Evet, her tarafta, hatta Hint ve Çin’de ehl-i iman, bu zamanın çok dehşetli dalâletinin galebesinden, “Acaba İslâmiyette bir hakikatsizlik mi var ki sarsılmış?” diye şüpheye ve vesveseye düştüğü vakit birden işitir ki “Bir risale çıkmış, imanın bütün hakikatlerini kat’î ispat eder, felsefeyi mağlûp edip zındıkayı susturuyor” diye anlar. Birden o şüphe ve vesvese zâil olup imanı kurtulur ve kuvvet bulur.
Emirdağ Lâhikası-i, mektup no: 53, s. 121
LÛGATÇE:
avâm-ı mü’m nîn: Mü’minlerden ilim ve marifeti az olanlar. bürhan-ı yakînî: Şüphelerden uzak, doğru, sağlam ve kesin delil. evrad: Virdler; okunması âdet edinilmiş olan belli duâlar, zikirler. hak katü’l-haka k: Hakikatin ta kendisi, gerçeklerin aslı. hüccet: Delil. kaz ye- makbule: Kabule mazhar olmuş hüküm ve iddia, itimad edilir zatların söyledikleri ve bu itimada binaen kabul edilen hüküm.
r yazet: Nefsi terbiye, dünya lezzetlerinden ve rahatından sakınma; perhizle, kanaatle yaşama.
sülûk: Bir tarikata girme, intisap etme ve o tarikatın gereklerini yerine getirerek mânevî bakımdan yol alma.
velâyet- kübra: En büyük velâyet, Allah’ın kuluna yakınlığının inkişafına bakan ve peygamber vârisliğinden gelen, tarikat berzahına uğramadan zâhirden hakikate geçen en yüksek velîlik mesleği. yakîn: Kesin olarak bilme.
zann-ı gal p: Galip kanaat; üstün gelen zan, kuvvetli ihtimal.
zındıka: Dinsizlik, inançsızlık.