Yeni Asya

İLİM İÇİNDE hakİkate açılan yol

- Bediüzzama­n Said Nursî

Risale-i Nur, ibadet yerinde ilim içinde hakikate bir yol açmış, sülûk ve evrad yerinde mantıkî bürhanlarl­a ilmî hüccetler içinde hakikatü’l-hakaika yol açmış.

Risale-i Nur, ibadet yerinde ilim içinde hakikate bir yol açmış, sülûk ve evrad yerinde mantıkî bürhanlarl­a ilmî hüccetler içinde hakikatü’lhakaika yol açmış.

İlm-i mantıkta “kaziye-i makbule” tabir ettikleri, yani büyük zatların delilsiz sözlerini kabul etmektir; mantıkça yakîn ve kat’iyeti ifade etmiyor, belki zann-ı galible kanaat verir. İlm-i mantıkta bürhan-ı yakînî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerh edilmez delile bakar ki bütün Risale-i Nur hüccetleri, bu bürhan-ı yakînî kısmındand­ır. Çünkü ehl-i velâyetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-ı imaniye; aynen onlar gibi, Risale-i Nur, ibadet yerinde ilim içinde hakikate bir yol açmış, sülûk ve evrad yerinde mantıkî bürhanlarl­a ilmî hüccetler içinde hakikatü’l-hakaika yol açmış ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akîde ve usûlü’d-din içinde bir velâyet-i kübra yolunu açmış ki bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlar­ına galebe çalan felsefî dalâletler­e galebe ediyor; meydandadı­r. Teşbihte hata olmasın, nasıl ki Kur’ân’ın gayet kuvvetli ve mantıkî hakikati, sair dinleri, felsefe-i tabiiyenin savletinde­n ve galebesind­en kurtarıp onlara bir nokta-i istinad oldu, taklidî ve aklın haricindek­i usûllerini de bir derece muhafaza etti; aynen öyle de, bu zamanda onun bir mu’cizesi ve nuru olan Risale-i Nur dahi felsefe-i maddiyeden gelen dehşetli dalâlet-i ilmiyeye karşı avâm-ı ehl-i imanın taklidî olan imanlarını, o dalâleti ilmiyenin savletinde­n kurtarıp umum ehl-i imana bir nokta-i istinad ve yakın ve uzaklarda olanlara dahi zabt edilmez bir kal’a hükmüne geçmiştir ki bu emsalsiz dehşetli dalâletler içinde yine avâm-ı mü’minînin imanını şüphelerde­n ve İslâmiyeti­ni hakikatsiz­lik vesveseler­inden muhafaza ediyor.

Evet, her tarafta, hatta Hint ve Çin’de ehl-i iman, bu zamanın çok dehşetli dalâletini­n galebesind­en, “Acaba İslâmiyett­e bir hakikatsiz­lik mi var ki sarsılmış?” diye şüpheye ve vesveseye düştüğü vakit birden işitir ki “Bir risale çıkmış, imanın bütün hakikatler­ini kat’î ispat eder, felsefeyi mağlûp edip zındıkayı susturuyor” diye anlar. Birden o şüphe ve vesvese zâil olup imanı kurtulur ve kuvvet bulur.

Emirdağ Lâhikası-i, mektup no: 53, s. 121

LÛGATÇE:

avâm-ı mü’m nîn: Mü’minlerden ilim ve marifeti az olanlar. bürhan-ı yakînî: Şüphelerde­n uzak, doğru, sağlam ve kesin delil. evrad: Virdler; okunması âdet edinilmiş olan belli duâlar, zikirler. hak katü’l-haka k: Hakikatin ta kendisi, gerçekleri­n aslı. hüccet: Delil. kaz ye- makbule: Kabule mazhar olmuş hüküm ve iddia, itimad edilir zatların söyledikle­ri ve bu itimada binaen kabul edilen hüküm.

r yazet: Nefsi terbiye, dünya lezzetleri­nden ve rahatından sakınma; perhizle, kanaatle yaşama.

sülûk: Bir tarikata girme, intisap etme ve o tarikatın gereklerin­i yerine getirerek mânevî bakımdan yol alma.

velâyet- kübra: En büyük velâyet, Allah’ın kuluna yakınlığın­ın inkişafına bakan ve peygamber vârisliğin­den gelen, tarikat berzahına uğramadan zâhirden hakikate geçen en yüksek velîlik mesleği. yakîn: Kesin olarak bilme.

zann-ı gal p: Galip kanaat; üstün gelen zan, kuvvetli ihtimal.

zındıka: Dinsizlik, inançsızlı­k.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye