SİYASET VE İDAREDE ÖLÇÜ
Zaman zaman “dindar, namazlı, niyazlı yöneticil olsun da ne olursa olsun!” anlayışının sergilendiğini, seslendirildiğini, sosyal medyada paylaşımlar yapıldığını duyar ve görürsünüz.
Bunlar, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye hakikatlerinden bîhaber, dini bilgisi duyduklarından, gelenek ve göreneklerinden ibaret olan kültür seviyesi düşük kişilerin hezeyanlarıdır.
Kur’ân ve hadis, işi, emaneti, yönetimi, siyaseti “dindara, hanımı başörtülüye, namazlı, niyazlıya” değil, “ehline, uzmanına, ilgilisine, san’atkârına” verilmesini emreder.
Şöyle ki: Kur’ân’da mealen şöyle buyurulur:“ey iman edenler! İnsanlar arasında adâlet edin ve emaneti, işi ehline (uzmanına, lâyık olana) verin.” 1
Siyasette, yönetimde“dindarları, başörtülüleri” tercih edenlere sorunuz; neden şoförünü, kaptan pilotunu, mühendisini imam, hafız, müftü ve hocalardan seçmiyorsunuz?
O halde, “siyasette, idarede/yönetimde” evvelâ dindarlığın aranması, Müslümanlara kurulmuş bir tuzaktır, pompalanmış yanlış bir anlayıştır.
İşin, yönetimin, san’atın ehline verilmesi gerektiğini emreden âyeti bir yönüyle şöyle tefsir eder Peygamberimiz (asm):
“Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; dünya kendisine güldüğünde, takvayı elden bırakıp bırakmadığına (menfaat anındaki tavrına) bakıp öyle değerlendirin.” 2
Aynı eserde geçen bir başka hadis-i şerif de bu meseleyi çok daha çarpıcı bir şekilde ortaya koyar:
“Kişinin namazı, orucu sizi aldatmasın. Dileyen oruç tutar, dileyen namaz kılar. Fakat güvenilir olmayanın dini de olmaz.” 3
Demek ki, her meselede olduğu gibi, siyasette, yönetimde de “dindarlığı” değil,“san’at ve mahareti”tercih edeceğiz. İş ve san’atta “dindarlıkla-san’at ve mahareti” biribirine karıştırmayacağız.
Kur’ân ve Hadise dayanan Bediüzzaman; öncelikle aranması gereken şey, doğruluk/dürüstlük, maharet, san’at, bilgililik olduğunu şu veciz cümleleriyle nazara verir:
“Sual: Bazı nâs (insanlar), senin gibi mânâ vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a’mâl ve etvârı (amel, faaliyet ve tavırları) pis tefsir ediliyor. Zira bazı Ramazan’ı yer, rakı içer, namazı terk eder. Böyle, Allah’ın emrinde hıyanet eden, nasıl millete sadâkat edecektir?
“Cevap: Evet, neam, hakkınız var. Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa (İslâmî faziletle süslenmezse), ondan hakikî hamiyet ve sadâkat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san’at başka olduğu için, fâsık (günahkâr) bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. San’atta maharet ise müreccahtır (tercih edilir).” 4
Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’nin içtimaî/sosyal, ölçü, prensip ve stratejilerini en büyük bir âlim, en büyük bir mütefekkir, en büyük bir müçtehid, en büyük bir müceddid olan Bediüzzaman Said Nursî ortaya koyacaktır; sıradan âlimler, sıradan yazarlar değil!
D pnotlar: 1- Nisâ Sûresi, 58. 2- Kenzul-ummal, h. No: 8435. 3- Age, hadis No: 8436. 4- Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 56.