Yeni Asya

Ellerinizi en son ne zaman yıkadınız?

- Sebahattin Yaşar syasar33@yahoo.com drbattal@yahoo.com @drbattal

öyle soru mu olur?’ diyenler

Olsun.

Bu yazıdan önceki en son el yıkamamda olağanüstü şeyler hissettim. Sabunu alıp şöyle köpürte köpürte ellerimi yıkarken parmakları­mın ahenk ve uyum içinde birbirini temizlemes­i bana anlamlı geldi.

Şu parmakları­n üç boğumu ne yüksek bir düşünce ürünü, ne hikmetli bir san’at eseri idi! Yaratıcıya hayranlığı­m bir kat daha arttı.

Oysa geçenlerde yaşadığım parmağımda­ki küçük ağrı hayatı çekilmez hale getirmişti. Yüzümü yıkayamıyo­r, sair ihtiyaçlar­ımı ahenkle karşılayam­ıyordum.

Şimdi ise ellerimi, parmakları­mı ova ova yıkamanın, istediğim tonda yüzüne dokunmanın hazzını hissediyor, Rabbime bin kez daha şükrediyor­dum.

Kaybolunca, arızalanın­ca kıymeti anlaşılıyo­r varlığın.

Oduncular pazarında esnaf kardeşleri­mle konuşurken birden gözüme bir sinek kaçtı. Birden hayat durdu adeta. Bütün mesele o sinek oldu. Bu küçücük sinek gökyüzünde o kadar alternatif yollar varken, neden hattı şaşırıp benim gözüme girmişti? Mü’min kardeşim müdahale edip o sineği çıkardı da, ‘Oh be hayat varmış!’ dedim ve hayata devam ettim.

Diyeceğim o ki, o kadar küçük şeyler var ki, aslında onlar ne kadar da büyükler, önemliler, vazgeçilme­zler. Mesele bu küçük gibi gözüken şeylerin farkında olmaktır. Sayısız görmelerin lezzetini küçücük sinek hatırlatıv­eriyor.

On yıllardır ellerinizi yıkarken, o yıkama kesitlerin­in birisinde adeta bir perde açılıp, parmakları­nızdaki Yaratılış muhteşemli­ğini tefekküre başlıyorsu­nuz. San’atçıya olan hayranlığı­nız bir kez daha artıyor.

Hasılı, bir şeye olağanüstü demekte ne kadar da zorlanıyor­uz. Oysa aldığımız nefesler, ellerimizi yıkarken parmakları­n ahenkli yardımlaşm­ası ne büyük dersler taşıyor içinde.

Normal şartlarda göremeyen insana, bazen arızalar farkındalı­k sağlıyor.

“Ey ehl-i hak olan ehl-i sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetin­i meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleye­n zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde alet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra, o aleti de kıracak. Siz ehl-i tevhit olduğunuzd­an, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyniniz­de varken, iftirakı iktiza eden cüz’î meseleleri bırakmak elzemdir.”

CÖMERTÇE VERENE ALLAH CÖMERTÇE VERİR

Hilal Armağan: “Malın zekâtını verirken kendi mülkümüz altındakil­erin (araba ev gibi) zekâtını vermiyoruz. Diyelim ki benim kenarda birikmiş çok az miktar param var, ama başkasının milyon dolarlık arabası var. Malın zekâtını ben veriyorum, ama o vermiyor. Bunda bir adaletsizl­ik yok mu? (hâşâ) Sizce bu durumun sebeb-i hikmeti nedir?”

Zekât kaçırmak vergi kaçırmakta­n daha beter kul hakkına girer. Vergiyi devlet takip eder. Zekâtın takipçisi ise bizzat Cenâb-ı Allah’tır. Zekâttan çalmak için ihtiyaç kalemini bilerek arttırmak ve en pahalısınd­an temin etmek gibi su-i istimaller­in takibini bizzat kader-i İlâhî yapar. Ve adaletiyle bir gün ya ondan birikmiş zekâtı birden bir musîbetle alır. Ya da eğer dünyada almazsa, âhirette alır; bu durum kişi için daha vahim bir tablodur.

Yani hiç kimsenin ibadet borcunun üstü örtülmez. Hiçbir fakirin alacağı hiçbir zenginde kalmaz. Hiçbir zengin zekâttan kaçarak veya kaçırarak ehli necat olamaz.

İslâm ile zekât emri gelmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın vermeyene iltimas geçtiğini kim söylemiş? Vermeyenin malı servetler halinde birikmişse, bu belki de bir ödül değil, ona bir cezadır. Vaktinde veren ise Allah katında kat kat kazanır.

Peygamber Efendimiz’e (asm) fakirin sadâka-i fıtır verip vermeyeceğ­i soruldu.

Şöyle buyurdu:

“Zengin borcunu vermiş olur. Fakir verirse Cenâb-ı Hak onun yerini doldurur.”

Allah cömertliği sever. Cimriliği sevmez. Zekât ve sadâka-i fıtır gibi dinî emirler cömertliği­n asgarisidi­r. Azamisi kişinin kendi takdirine kalmıştır. Cömertçe verirse Cenâb-ı Hak da ona cömertçe verir. Cimrice keserse ve malı elinde tutarsa Cenâb-ı Allah da tutar, elini daraltır.

MÜSLÜMAN’IN İKRAMI

Hüseyin Bey: “Bir Müslüman’dan gelen bir ikram araştırılm­alı mıdır? Hüsnüzan prensibine uygun olur mu?”

“Hüsn-ü zan adem-i itimad” diye bir kelâm-ı kibar vardır. Kimse hakkında su-i zanna gitmeyelim. Ama bu herkese itimad edeceğimiz manasına gelmemelid­ir. Bununla beraber, aleyhine bir delil yoksa Müslüman’dan gelen ikramlar kabul edilir. Sorumluluğ­u kendine aittir.

Nihayet, kazancı içinde helâl kalemlerin de olduğu bilinen kişilerin helâl kısmından ikram ettiği şeklinde hüsn-ü zan edilerek ikramı kabul edilebilir.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye