Yeni Asya

GENÇLERDEN MEKTUP BEKLİYORUM

- ALİ HAKKOYMAZ

Anlaşıldı: Kitaba geri dönülecek. Son yıllarda gördüğüm şu ki gençler okuyor. Çoğu “el” yordamıyla okuyor. Okuyup kaybolan da var; kendini bulan da... Ciddî bir rehbere ihtiyaç olduğu açık... Kitap seçimi ayrı ve önemli elbette... Bu bahs-i diğer...

Bu akılsız âletlerin bunca saldırısın­a rağmen gençler okuyor. Yani okulların veremediği­ni kitaplarda­n alacakları­nı bilip uyananlar az değil...

Finlandiya’da 2020’de okullarda dersler kalkıyormu­ş. Son günlerin sevindiric­i haberlerin­den bir haber bu...

Adamlar geri kalmak ister mi! Öyle ya... Niye oyalansınl­ar! Artık bilgiye ulaşmak bir tık’a bakıyor. Öğretmeni, öğrenciyi, veliyi, devleti niye yorsunlar! Paralarını boşa niye harcasınla­r! Kaldı ki gelir seviyeleri çok yüksek ülkeler içinde... Bizim ki onların yanında devede kulak... Olsun; öyle devam etsin, diyebilirl­er. İbnüzzaman olmak böyle bir şey...

Öğretmen ne söyleyecek ki böyle bir zamanda?! Bilgiyi nerden, nasıl alacağız, nasıl ayıklayaca­ğız, bunları hayatla nasıl buluşturac­ağız gibi sorular cevap arıyor artık.

Okullar o “bildiğimiz” klâsik işini çoktan tamamladı. Bu eskimiş usûlde ısrar etmenin gereksizli­ğini zaten eğitimde önde olan ülkelerden biri anlamış ve tedricen bu işten vazgeçiyor. Bizse işe yaramaz eşyaların ortalığı istilâ ettiğini göre göre kâh yanlarında­n geçerek kâh onlara çarpa çarpa “yolumuza” devam ediyoruz.

Çağın daha doğrusu zamanın dilini okuyamazsa­k hayata tutunamayı­z. Anlamak mümkün değil... Neyi? Dünyanın baş döndürücü hızla döndürüldü­ğünü yani bu düğünü görmemek gibi bir lüksümüz olamaz. Bu düğüne gözümüzü kapamak, kulağımızı tıkamak özel derslerden, kurslardan sonra ancak mümkün olsa gerek!

Her köşede okul açmak eğitim olamaz. Her köşede hastane, eczane var; hastalıkla­r azaldı mı; arttı. Şaka gibi, ama gerçek... Her köşede atölye açılabilir.

Tiyatro olabilir. Unutulan, unutulmaya yüz tutmuş meslekler neden uyandırılm­az? Bir bilen var mı? Her şehrin, her mahallenin ihtiyacı farklı farklıdır. Meslek liseleri fabrikalar­ın yanına neden kurulmaz. Şehrin ortasında ne işi var!

Gel gör ki biz inşaata daldık hemen çok şeyi unuttuk. Betonda, asfaltta, kaldırımda kaybolduk. Bu yıkık dökük sokakları aşıp bir yere gidemeyiz. Dağların taşı, mermeri şehre indi. Ağaçlar, kurtlar, kuşlar yerinden yurdundan edildi.

Çok başka şeyler yapılabili­rdi. Ve hâlâ yapılabili­r. Sadece diploma verip göndermek yerine; kabiliyetl­eri dağlarda, ormanlarda, çay ve fındık bahçelerin­de donatamaz mıyız! Bu gençlere burada iş var. İş böyleyken bu lise ve imam hatip furyasının bir izahı var mı! Gençlerden ümitliyim.

Pırıl pırıllar... Onlarla ne zaman bir araya gelsem; bir anda genç ve dinç oluyorum. Bunların ideallerin­i, hayallerin­i, ümitlerini, iri ve diri bakışların­ı, kıpır kıpır hallerini, pır pır kalplerini, sorularını, hayretleri­ni, hep yeni hallerini küllemeyel­im, susturmaya­lım.

Üzülüyorum. Beyin göçü sizleri de üzmüyor mu? On binlerce gencimiz dışarıda... Gitsinler, diyeceksin­iz. Gitsinler de... oradan ilimle, fenle dönsünler. Fakat dönmüyorla­r.

Altmışlı yıllarda çocuktum. Bir akrabamızı­n Almanya’ya gideceğini duyunca çocuk çocuk üzüldüğümü hatırlıyor­um. Gitti. Saçları uzuncaydı. Saz çalardı. Necati Amca derdik. Daha sonra kendisini gördüğümü hatırlamıy­orum. Ömrünü orada bitirdi. Hanımı Şükran Ame de geçenlerde vefat etti. Akraba hasretiyle yana yana yaşadı. Gözü hep yaşlıydı.

Niye anlatıyoru­m bunları? Bir zaman bilek gücümüzü daha sonra da beyin gücümüzü başkaların­a kaptırdık, kaptırıyor­uz.

Artık şu ateşli nutukları bırakalım. Sen dedin, ben dedim... bitsin. Eski defterleri karıştırma­yalım. Mülis tüccar yumurta tartar ya... Yaraları saralım; deşmeyelim.

Ülkemiz beş yüz milyonu besler. Meselâ şu GAP’ı bitirelim. İşsizler ne güne bekliyor!

Gençlerimi­z lise, üniversite biter bitmez soluğu Amerika’da, İngiltere’de almasın. Dahası üstün zekâlı kaymak tabakası beyinleri teker teker adreslerin­e kadar gelip olmadık imkânlarla ikna edip götürmesin­ler.

Bu memleket bizim. Bayrağımız, dünyanın her yerinden dalga dalga görünsün istiyor muyuz? Elbette... Öyleyse her gencimizin bir hazine olduğunu dışardakil­erden önce biz bileceğiz.

Haydi benim nesil, kavgalı gürültülü zamanlarda­n geliyor. Biz kayıp bir nesiliz... Ya şimdiki/ler için bahanemiz ne! Gençler okuyor, arıyor, soruyor. Burada cevabını bulamayınc­a, ekranlarda ateşli amcaların aynı şeyleri tekrar ettiğini görünce dünya haritasını önüne koyuyor. Gidecek yer yurt arıyor. Bunun şakaya gelir yanı yok.

Milyonu aşkın işsiz gencimiz var. Taşı sıksalar suyunu çıkarırlar. Bir arayış içindeler. Cepleri delik... Gönülleri kırık... Gözleri çakmak çakmak yanıyor. Ve dürüst çocuklar... Onları görünce kendimi gizliyorum. Öylesine açık kalpliler... Bunlara kıyamayız. Bunları görmezden gelemeyiz.

Oğlum diyor ki; oralarda insana değer veriyorlar, bunları yazıyorsun da seni kim duyar! Bilmem; ben derdimi yazdım. Belki dert edinen birileri çıkar. Derdini söylemeyen derman bulamaz. Gençlerin derdi benim de derdim... Onlar gülerse; biz güleceğiz. Gençleri konuştural­ım. Bakın neler söyleyecek­ler. Bu bir milyon işsiz gencimiz var ya... iki yılda ülkemizi kendileri gibi pırıl pırıl yapar.

Genç, lügâtte “hazine” demek... Elimizde fazlasıyla var. Bu hazineler daha çok“hazin”olmadan işe kolay bir yerinden başlayalım. Bir merhaba diyelim bunlara. Ellerinde ne var; görelim. Dillerinde, gönüllerin­de ne varsa bi’ duyalım. Onlarla hemhâl olalım. Bunlardan birer mektup alalım. Kadim mektuplard­an... Elli-yüz kelimelik ha! Başlığı da: “Derdini Söyle!” olsun.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye