Tefekkür burcunda iman çiçeği açar
Tefekkür; çeşitli tanımlarla izaha çalışılan çok önemli bir kavramdır. Önemine binaen Kur’ân-ı Kerîm’de 750 civarında, çoğu emir kipinde âyetlerle zikredilmiştir. Meselâ Cenâb-ı Hak, Ali İmran Sûresi, âyet, 191’de şöyle buyuruyor. “Onlar ki ayakta, dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler.” Zikir; hem tezekkür, hem teakkul (akletme, düşünme) ve hem de tefekkürdür.
İnsan her an bu hallerden birinde olduğuna göre, demek ki Rabbimiz her halükârda bizi daimi zikre dâvet ediyor. Âyet-i Kerime’nin devamında,“gökler ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler” ve“rabbim sen bunları boşuna yaratmadın, seni tesbih ederim bizi Cehennem azabından koru.” Yani kâinat sergisindeki masnuat-ı İlâhiyeyi enine boyuna düşünmeliyiz demektir. Velhasıl mikrodan makroya herşey, yüce Allah’ın ilim, kudret, sır, hikmet ve azametini haykıran âyet, alâmet ve delillerle doludur. Onun için bir mütefekkir “Bir kitabullahı azamdır seraser kâinat, hangi harfini yoklasan manası hep Allah çıkar”demiştir. Yine bir başkası, “varlığını isbata nehacet küre-i âlem ile, isbatına yeter halk ettiği bir zerre bile” diye zerredeki hikmetlere ve delillere dikkat çekmiştir.
Elbette bunların hakkını vermek için akla ihtiyaç vardır, onun teşekkül etmesi lâzım, hatta bir akıl değil çok akıllara ihtiyaç vardır. Onların da, kafa kafaya vererek karar vermesi lâzım. İşte bu gibi önemli meseleler içindir ki, “Akıldan büyük zenginlik, cehaletten büyük fakirlik ve meşveretten büyük güç kuvvet olmaz” denilmiştir. Şu yaşadığımız küre; kâinatta bir kum tanesi ve o okyanusta bir damla gibidir.
Düşünme anlamına gelen tefekkür hakkında; Ebu’d Derda’dan naklen “Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır”diye haber verilmektedir.
Tefekkür: Bir konuda derin düşünmek ve onun şuuruna ermektir şeklinde de tanımlanır.
Tefekkür; Kalpte tasavvuru olan şey için yapılır.
Tefekkürü her ne kadar; fikir yürütmek ve düşünmek şeklinde tanımlasalar da, herşeyde olduğu gibi, bu meselede de Bediüzzaman’ın tanımı yine harikadır: “Marifet-i Sanîi netice veren, masnuat-ı İlahiyeyi tefekkürü imâniye ile tezekkür etmektir” şeklinde bir tanımla, etrafını cami, ağyarını mani şekilde ifade etmiştir.
Meselâ: Masnuat-ı İlâhiye olarak bir şeyden başlıyalım; konumuz elimiz olsun ve elimizi ele alalım.
Cenâb-ı Allah’ın eldeki teknolojisini anlamak için “Kiroloji” diye bir bilim dalı kurulmuş, bu bilimle uğraşan bilim adamları yıllarca çalışmış ve daha kendilerini meselenin başında hissetmekte ve “elbilimi” veya “el teknolojisi” konusunda âcizliklerini itiraf ederk,” eliniz sizi ele veriyor” diye şu tesbitleri sunmaktadırlar: Elin soğukluğu, sıcaklığı, teri, eldeki çizgiler, elin derisi, rengi v.s. her şeyin kendine göre bir anlamı ve bilene göre bir mesajı var. Onlardan bir kaç tanesi:
1. Sıcak el; etkin lider kişilikli.
2. Sıcak ve nemli el; aktif, sağlıklı ihtiraslı.
3. Soğuk el; pasif.
4. Kuru el; maneviyatçı.
5. Kuru ve sıcak el; aktif, zeki ve girişimci gibi...
Ayrıca deri ve her çizginin bir anlamı var.
Meselâ; göze gelince, bir tesbite göre kişinin bünyesindeki hastalıklarının gözden ayna gibi takip edilebileceği, başka tesbite lüzum kalmadan gözün röntgeninin yeterli olacağı gibi teoriler vardır. Artık diğerlerini de siz kıyas edin.
Demek, tefekkür olmasaydı bugünkü teknoloji olmazdı, çünkü Bediüzzaman “Fennin hükmettiği asırda Kur’ân, bütün hükümlerini akla tesbit ettirecektir, fennin hiçbir kesin isbatı yoktur ki, Kur’ân’ın kudsî hakikatine ters düşsün” demektedir. Meselâ bugünün görünmeyenlerini de isbat eden “kuantum fiziki”, imana hizmet etmektedir. Yine, yanlışlıkla “Altın oran” denen, hakikatte “İlâhî oran” denilmesi icabeden, kâinattaki denge unsuru gibi...
Bu mesele aslında Allah’ın “Ahsenü’l Hâlıkin” olduğunun bir isbatıdır.
İşte bunların hepsi çalışmak ve tefekkürden geçer.
İman dahi tefekkür burcunda açan bir çiçek olduğuna göre, bu çiçekleri doyasıya koklayalım inşallah.