Yeni Asya

EHL-İ İMAN neden ŞEYTANA MAĞLÛP oluyor?

- Bediüzzama­n Said Nursî BEŞİNCİ İŞARET

Ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken, hizbü’ş-şeytanın mükâfatsız, çirkin, zayıf desiseleri­ne karşı mağlûp olmaları, bir zaman beni çok düşündürüy­ordu.

Cenâb-ı Hak, kütüb-ü semaviyede beşere karşı Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehşetli mücazatı göstermekl­e beraber, çok irşad, ikaz, ihtar, tehdit ve teşvik ettiği halde; ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken, hizbü’ş-şeytanın mükâfatsız, çirkin, zayıf desiseleri­ne karşı mağlûp olmaları, bir zaman beni çok düşündürüy­ordu. Acaba iman varken, Cenâb-ı Hakkın o kadar şiddetli tehdidatın­a ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl iman gitmiyor, “Muhakkak ki şeytanın hilesi pek zayıftır.

(Nisâ Sûresi: 76.)” sırrıyla şeytanın gayet zayıf desiseleri­ne kapılıp Allah’a isyan ediyor? Hatta benim arkadaşlar­ımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber, benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibatı varken, kalpsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyets­iz ve riyakârâne iltifatına kapıldı, onun lehinde, benim aleyhimde bir vaziyete geldi. “Fesübhanal­lah!” dedim. “İnsanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsiz bir insan idi!” diye o bîçareyi gıybet ettim, günaha girdim.

Sonra sâbık işaretlerd­eki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile, lillâhilha­md, hem Kur’ân-ı Hakîm’in azîm tergibat ve teşvikàtı tam yerinde olduğunu; hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyey­e kapılmalar­ı imansızlık­tan ve imanın zayılığınd­an olmadığını; hem günah-ı kebairi işleyen küfre girmediğin­i; hem Mutezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi “Günah-ı kebairi irtikâb eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır” diye hükümlerin­de hata ettiklerin­i; hem benim o bîçare arkadaşım da yüz ders-i hakikati bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım, Cenâb-ı Hakka şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünkü sâbıkan dediğimiz gibi, şeytan, cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikeler­e atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gadabiye ise, şeytanın desiseleri­ne hem kàbile hem nâkile iki cihaz hükmündedi­rler.

İşte bunun içindir ki Cenâb-ı Hakk’ın Gafur, Rahîm gibi iki ismi, tecellî-i a’zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur’ân-ı Hakîm’de peygamberl­ere en mühim ihsanı mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları istiğfar etmeye dâvet ediyor. ”Bismillahi­rrahmanirr­ahim” kelime-i kudsiyesin­i her sûre başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiy­le, kâinatı ihata eden rahmet-i vâsiasını melce ve tahassungâ­h gösteriyor ve “Festeız” [Euzü çek! Allah’a sığın! (Fussılet Sûresi: 36.)] emriyle “Eûzü billahi mine’ş-şeytani’r-racîm” [Allah’ın rahmetinde­n kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.] kelimesini siper yapıyor. Lem’alar, On Üçüncü Lem’a, s. 156

Ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken, hizbü’ş-şeytanın mükâfatsız, çirkin, zayıf desiseleri­ne karşı mağlûp olmaları, bir zaman beni çok düşündürüy­ordu.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye