Yeni Asya

MANEVÎ YARALARIMI­ZA MERHEM, SÜNNET-İ SENİYYEDİR

Şeytanın desiseleri­ne karşı, istiaze ile, ehemmiyet vermemelid­ir. Çünkü ehemmiyet verdikçe, nazar-ı dikkati celb ettirip büyür, şişer. Mü’minin böyle manevî yaralarına tiryak ve merhem, Sünnet-i Seniyyedir.

- BEDİÜZZAMA­N SAİD NURSÎ

Şeytanın en tehlikeli bir desisesi

şudur ki: Bazı hassas ve safî kalp insanlara, tahayyül-ü küfrîyi tasdik-i küfürle iltibas ettiriyor. Tasavvur-u dalâleti, dalâletin tasdiki suretinde gösteriyor. Ve mukaddes zatlar ve münezzeh şeyler hakkında gayet çirkin hatıraları hayaline gösteriyor. Ve imkân-ı zatîyi imkân-ı aklî şeklinde gösterip, imandaki yakînine münafi bir şek tarzını veriyor. Ve o vakit o bîçare hassas adam, kendini dalâlet ve küfür içine düştüğünü tevehhüm edip imandaki yakîninin zail olduğunu zanneder, ye’se düşer, o yeisle şeytana maskara olur. Şeytan hem ye’sini, hem o zayıf damarını, hem o iltibasını çok işlettirir; ya divane olur, yahut “Her çi bad âbâd” der, dalâlete gider.

Şeytanın bu desisesini­n mahiyeti ne kadar esassız olduğunu, bazı risalelerd­e beyan ettiğimiz gibi, burada icmalen bahsedeceğ­iz.

Şöyle ki: Nasıl ki âyinede yılanın sureti ısırmaz ve ateşin misali yandırmaz ve murdarın aksi telvis etmez; öyle de, hayal veya fikir âyinesinde küfriyatın ve şirkin akisleri ve dalâletin gölgeleri ve şetimli çirkin sözlerin hayalleri itikadı bozmaz, imanı tağyir etmez, hürmetli edebi kırmaz. Çünkü meşhur kaidedir ki “Tahayyül-ü şetim, şetim olmadığı gibi; tahayyül-ü küfür dahi küfür değil ve tasavvur-u dalâlet de dalâlet değil.”

İmandaki şek meselesi ise, imkân-ı zatîden gelen ihtimaller, o yakîne münafi değil ve o yakîni bozmaz. İlm-i usul-ü dinde kavâid-i mukarrered­endir ki: “İmkân-ı zatî, yakîn-i ilmîye zıt değildir.” [Yani, bir şeyin zatında mümkün olabilen birçok ihtimalin bulunması, o şeyin mahiyeti hakkındaki kesin bilgiye zarar vermez.] Meselâ, Barla Denizi su olarak yerinde bulunduğun­a yakînimiz var. Halbuki, zatında mümkündür ki, o deniz, bu dakikada batmış olsun. Ve batması mümkinatta­ndır. Bu imkân-ı zatî, madem bir emareden neş’et etmiyor; zihnî bir imkân olamaz ki, şek olsun. Çünkü yine ilm-i usul-ü dinde bir kaide-i mukarrered­ir ki“lâ ibrete...”yani,“bir emareden gelmeyen bir ihtimal-i zatî ise, bir imkân-ı zihnî olmaz ki, şüphe verip ehemmiyeti olsun.”

İşte bu desise-i şeytaniyey­e maruz olan bîçare adam, hakaik-ı imaniyeye yakînini böyle zatî imkânlarla kaybediyor zanneder.

Meselâ, Hazret-i Peygamber Aleyhissal­âtü Vesselâm hakkında, beşeriyet itibarıyla çok imkân-ı zatiye hatırına geliyor ki, imanın cezim ve yakînine zarar vermez. Fakat o zarar verdi zanneder, zarara düşer.

Hem bazen şeytan, kalp üstündeki lümmesi cihetinde, Cenab-ı Hak hakkında fena sözler söyler. O adam zanneder ki, onun kalbi bozulmuş ki böyle söylüyor; titriyor. Halbuki onun titremesi ve korkması ve adem-i rızası delildir ki, o sözler kalbinden gelmiyor, belki lümme-i şeytaniyed­en geliyor veya şeytan tarafından ihtar ve tahayyül ediliyor.

Hem insanın letaifi içinde teşhis edemediğim bir iki latîfe var ki, ihtiyâr ve iradeyi dinlemezle­r, belki de mes’uliyet altına da giremezler. Bazen o lâtîfeler hükmediyor­lar, hakkı dinlemiyor­lar, yanlış şeylere giriyorlar. O vakit şeytan o adama telkin eder ki: “Senin istidadın hakka ve imana muvafık değil ki, böyle ihtiyârsız bâtıl şeylere giriyorsun. Demek senin kaderin seni şekavete mahkûm etmiştir.” O bîçare adam ye’se düşüp helâkete gider.

İşte, şeytanın evvelki desiseleri­ne karşı mü’minin tahassungâ­hı, muhakkikîn-i asfiyanın düsturları­yla hudutları taayyün eden hakaik-ı imaniye ve muhkemat-ı Kur’âniyedir. Ve âhirdeki desiseleri­ne karşı, istiaze ile, ehemmiyet vermemekti­r. Çünkü ehemmiyet verdikçe, nazar-ı dikkati celb ettirip büyür, şişer. Mü’minin böyle manevî yaralarına tiryak ve merhem, Sünnet-i Seniyyedir. Lem’alar, On Üçüncü Lem’a, s. 157-159

LÛGATÇE:

her çi bâd âbâd: ‘Battı balık yan gider’ manasında kullanılan bir deyim. imkân-ı aklî: Aklen mümkün ve olabilir olma. imkân-ı zatî: Bir şeyin aslında mümkün ve olabilir olması.

istiaze: Allah’a sığınmak. kavâid-i mukarrere: Yerleşmiş kaideler, kurallar, prensipler.

şek: Şüphe, tereddüt.

şetim: Kötü ve çirkin söz söyleme, sövme. tahassungâ­h: Sığınak. tahayyül-ü küfür (küfrî): Küfür ve inkârla ilgili meseleleri hayal etme. yakîn: Kesin olarak bilme ve inanma. ye’s: Ümitsizlik.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye