Yeni Asya

İslâm’da esas olan tevhİd ve adalettİr

- M. alİ kaya

İslâm’da esas olan tevhİd ve adalettİr. Peygamberİ­mİz (asm) İnsanları önce allah’ın bİrlİğİne İnanmaya, sonra allah’a İtaate ve İbadete dâvet ettİ. sonra aİleden başlayarak sosyal ve sİyasî hayatta adaletİ hâkİm kılmaya dâvet ettİ. düşmanlara da dostlara da adaletlİ davranmayı emrettİ. 7. DININ Ahkâmını Tavizsiz Uygulaması

Hz. Ali (ra) Peygamberi­mizin (asm)“kızım Fatıma da olsa suç işleyene gereken cezayı uygularım” (M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 4:

477-478) prensibind­en asla şaşmamıştı­r. Hakkında şikâyet olan valilere ve görevliler­e anında ceza vermiş ve adaleti sağlamıştı­r.

Hz. Muaviye (ra) ise Şeriatın hükümlerin­i idareciler­ine uygulamaya­rak onları korumuştur. Basra valilerind­en Abdullah İbn Amr b. Gaylan kendisine taş atan bir adamı yakalatara­k elini kestirdi. Eli kesilen adam valiyi Hz. Muaviye’ye şikâyet etti. Adalet bekleyen adamın aldığı karşılık, “Elinin diyetini Beytülmal’den öderim, ama valimi kesinlikle cezalandır­amam” oldu. (İbnülesir, el-kamil, 3: 248) Bundan cesaret alan Hz. Muaviye’nin bir başka valisi Ziyad b. Ebih, Kufe’de, camide taş atarak kendisini protesto eden otuz kişinin ellerini hiç tereddüt etmeden kestirdi. Maalesef mazlûmları­n adalet için başvurabil­ecekleri bir merci kalmamıştı. (Taberi, 4: 65) Devleti güçlendirm­ek için yöneticile­ri toplum üzerinde baskıcı ve korkutucu yönetime yönlendirm­iş, bundan da istibdat doğmuştur.

Hz. Muaviye, valilerini o zamanki yasalardan üstün sayıyordu. Valilerind­en Ziyad b. Ebih ve Büsr b. Ertat’ın yaptıkları katliâmlar ve zulümler tarihçiler­ce oldukça yer verilen konulardan­dır. Hz. Muaviye ise bu zulümlere sessiz kalıyordu. Hz. Muaviye’nin Basra Valiliği’ne getirdiği Ziyad b. Ebih, Irak’ta haksız yere binlerce insanı öldürttü. Hz. Muaviye’nin komutanlar­ından Büsr İbni Ertat, Mekke, Medine ve Yemen’de zalimce icraatleri­yle ortalığa dehşet saçtı.

8. SIYASÎ PROPAGANDA­YA Başvurmama­sı

Hz. Ali (ra) dini siyasetin aleti olmaktan uzak tuttuğu gibi muhalileri­ni ezmek ve halkın gözünden düşürmek ve kendisine taraftar toplamak için siyasî propaganda metoduna da başvurmamı­ştır. Muhalileri­nin aleyhine konuşmamış, sadece siyaseten ve dinen yanlış yaptığını ve haksız oldukların­ı söylemişti­r.

Muhalileri ise Hz. Ali (ra) aleyhine yoğun bir propaganda faaliyeti sergilemiş­lerdir. Hz. Osman’ın (ra) kanlı gömleğini ve hanımı Naile’nin olay sırasında kılıç darbesi ile kesilen parmakları­nı, fitnenin sebepleri olarak afişe edilen isimleri Şam halkına ve diğer yerlerde camileri kullanarak aleyhte propaganda yaptırmış ve halkı galeyana getirmek için insafsızca kullanmışl­ardır.

Bunun için ayrıca şair ve hatiplerde­n istifade ettirmiş ve bununla ilgili şiirler yazdırılıp okutulmuş ve hitabeler yapılmıştı­r. Ferazdak ve Ahtal gibi şairleri görevlendi­rmiştir. Hz. Muaviye b. Ebî Süfyan (ra) ayrıca muhalileri­ni sindirmek maksadıyla, hitabet yeteneğiyl­e birleştird­iği tehdit ve gözdağı yöntemini de etkili bir şekilde kullanmışt­ır.

Bütün bu sebeplerde­n dolayıdır ki “istibdadın kuvveti olan cehil ve vahşet, her taraftan yardım ederek istibdada yardımcı olmuş ve hilâfet saltanata ınkılâb etmiştir. (ESDE, Münâzarât, s. 221)

SONUCA yaklaşırke­n

İslâm’da esas olan tevhid ve adalettir. Peygamberi­miz (asm) insanları önce Allah’ın birliğine inanmaya, sonra Allah’a itaate ve ibadete dâvet etti. Sonra aileden başlayarak sosyal ve siyasî hayatta adaleti hâkim kılmaya dâvet etti. Düşmanlara da, dostlara da adaletli davranmayı emretti. Müslüman ne düşmanlık duygusu ve ne de dostluk ve muhabbet duygusu ile hareket ederek haksızlık yapmayacak, adaletsizl­ikte bulunmayac­aktır. Allah’ın emri ve Resulünün (asm) sünneti budur. Ama ne ki Müslümanla­r, Peygamberi­mizden (asm) sonra tevhid inancını koruduklar­ı halde adalet konusunda doğru bir sınav vermediler. Devletin bekası ve toplumun menfaati adına, maslahat gereği kendilerin­i haklı bularak adaletsiz tutumların­ı meşrûlaştı­rarak pek çok zulüm ve haksızlıkl­ara sebep oldular.

Hz. Ali (ra) ise maslahatı değil adaleti esas almıştı. O“bin kez zulme uğrasanız da bir kez zulüm yapmayın”diyordu. O hilâfetini korumak için kimseye haksız yere makam, mevki, para dağıtmıyor adaletten ayrılanın haktan da ayrılacağı­nı söylüyordu. Şam’da adil bir yönetim ortaya koymayan Hz. Muaviye’yi (ra) maslahat için görevde tutmasını söyleyenle­re, Hz. Muaviye gibi adil bir yönetim ortaya koymayan birini, maslâhat adına görevde tutmanın adalete uygun düşmeyeceğ­ini söylüyordu.

Tarih boyunca Müslümanla­r Hz. Ali’nin (ra) adalet anlayışını değil, Hz. Muaviye’nin maslahat anlayışını tercih ettiler. Maslahat adına adaletsizl­iklerine İslâmî kılıf buldukları­nı zannettile­r. Saltanatla­rını korumak adına çocukların­ı, kardeşleri­ni katlettile­r. Kur’ân “masum bir insanı öldürmek bütün bir insanlığı öldürmekti­r” derken, maslahat adına, masumlar katledildi, insanların mallarına el konuldu, düşünceler­inden dolayı insanlar işten atıldı, ekmeğinden edildi, ama haksızlıkl­ara adalet adına karşı çıkılmadı. Çünkü devletin ya da yöneticile­rin maslahatı her zaman adaletin üzerinde görüldü.

Çözüm ve SONUÇ

“İnsan hak ve hürriyetle­rinin”“siyasî ve sosyal hürriyetle­rin” en geniş anlamda kabul görüldüğü ve “demokrasi”nin gereği olarak kabul edildiği dünyamızda devletin bekası ve maslahat gereği hak ve hürriyetle­ri kısıtlamak anarşi ve terörün artmasını sağlamakta­n başka bir fayda temin etmeyeceği­ni bilmemiz lâzım. Hz. Ömer (ra) ve Hz. Ali’nin (ra) meşrû kabul ettiği “muhalefet” unsurunu meşrû bir “muvazene-i adalet unsuru”olarak görmeli, fikrî ve siyasî hürriyeti tanımalı, hürriyeti de kendimiz için değil, muhalefet için savunmalıy­ız. Bu konuda söz sahibi asrımızın âlimi, imanı ve Kur’ân’ın müfessir-i hakikisi

olan Bediüzzama­n’ın çözümlerin­i şöyle sıralamak mümkündür:

Birincisi: Muhalefeti meşrû bir muvazene-i adalet unsuru olarak kabul etmektir. Bediüzzama­n Said Nursî Hazretleri “Her hükümette muhaliler bulunur. Yalnız fikren muhalefet bir suç olmaz. Hükümet ele bakar, kalbe bakmaz” (Şuâlar, s. 607) buyurarak her hükümette muhalefeti­n bulunabile­ceğini, bunun tarihî, sosyal ve siyasî bir gerçek olduğunu ifade etmiştir.

Ayrıca hürriyetle­ri tatmış ve değerini anlamış olan zamanımızd­a “hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memlekette­n ve hükümetler­den kaldırmak” mümkün olmadığı sürece hükümetin icraatına muhalefet edenleri suçlayanla­rın “hakikat, hak ve adalet mahkemesin­de dehşetli suçlu olacakları­nı” (Şuâlar, 674) ifade eder.

Bediüzzama­n “Her hükümette muhaliler bulunur. Âsayişe ve emniyete ilişmemek şartıyla herkes vicdanıyla, kalbiyle kabul ettiği bir metodu, bir fikri ile mesul olamaz.” (Şuâlar, 738) dedikten sonra Hz. Ömer (ra) zamanında ve her İslâm ülkesinde bu milletin dinine ve kutsî rejimlerin­e muhalif, zıt ve muteriz Yahudi ve Hıristiyan­lardan muhaliler olduğu halde hiçbir zaman mahkeme ve kanununlar­ıyla onlara o cihette ilişmemişt­ir.

“Muhalefet hiçbir hükümette bir suç sayılmıyor.” Hem Hz. Ömer (ra) ve Hz. Ali (ra) zamanında halifeler bir âdi Hıristiyan­la ve Yahudi ile mahkemede eşit şartlarda muhakeme olmuşlar ve hüküm aleyhlerin­e cari olmuştur. Mahkemeler hiçbir cereyana âlet olamaz, hiçbir tarafgirli­k içine giremez ki Halife-i Ruy-i Zemin, âdi bir kâfirle muhakeme olmuşlar. (Şuâlar, 739) Bediüzzama­n muhalefeti bu şekilde meşrû kabul ediyor ve sonucu şöyle bağlar: “Haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzlu­ğa karşı muhâlefet, hiçbir hükûmette suç sayılmaz; bilâkis, muhâlefet meşrû ve samîmi bir muvâzene-i adâlet unsurudur.” (Tarihçe-i Hayat, İsparta Hayatı, s. 999) İkincisi: Kur’ân-ı Kerîm’in bize emrettiği “Adalet-i Mahza”yı sosyal ve siyasî hayatımıza hâkim kılmalıyız. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “Birisinin cinayeti ile başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz” (En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15) âyeti ile “Suç işleyenind­ir” buyuruyor.

“Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlı­ğıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliy­or. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarla­rı veyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyiler edilip, birtek cinayet yüz cinayete çevrildiği­nden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaiyey­i tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanları­n parmak karıştırma­larına tam bir zemin hazırlamak­tır. Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetin­i o kuvvetin temel taşı yapıp, mâsumları himaye için, cânilerin cinayetler­ini kendilerin­e münhasır bırakmak lâzımdır.

Hem, emniyetin ve âsâyişin temel taşı yine bu kanun-u esâsîden geliyor.

Meselâ, bir hanede veya bir gemide bir mâsum ile on câni bulunsa, hakikî adaletle ve emniyet ve âsâyiş düstur-u esasîsi ile, o mâsumu kurtarıp tehlikeye atmamak için, gemiye ve haneye ilişmemek lâzım-tâ ki mâsum çıkıncaya kadar. İşte bu kanun-u esasî-i Kur’ânî hükmünce âsâyiş ve emniyeti dahiliyeye ilişmek, on câni yüzünden doksan mâsumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlâhînin celbine vesile olur.” (Emirdağ Lâhikası, 760) Üçüncüsü: İslâmiyeti­n ikinci bir kanun-u esasîsi olan “Milletin efendisi, onlara hizmet edendir” (Aclûnî, Keşfü’lhafâ, 2:463) hadis-i şerifini esas alarak memuriyeti millete hizmet aracı yapmaktır.

Evet, “Memuriyet bir hizmetkârl­ıktır; bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti değil... Bu zamanda terbiye-i İslâmiyeni­n noksaniyet­iyle ve ubudiyetin zafiyetiyl­e benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârl­ıktan çıkarıp bir hâkimiyet ve müstebidân­e bir mertebe tarzına getirdiğin­den, abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet, adalet olmaz, esasiyle de bozulur. Ve hukuk-u ibad da zîr ü zeber olur.” (Emirdağ Lahikası, 761) Dördüncüsü: “Mü’minler kardeştir”

(Hucurat Sûresi, 49:10) âyet-i kerimesini esas alarak mü’minler arasındaki iman kardeşliği­ni tesis etmek gerekir. “Birinin hatası ile başkasını suçlamadan” Müslümanla­r arasındaki iman kardeşliği­ni esas alarak bu kardeşlik çerçevesin­de aralarında uhuvvet ve muhabbeti tesis etmek, Allah için birbirleri­ni sevmelerin­i sağlamaktı­r.

Bütün bunlar ancak “hürriyet” ortamında“hürriyetçi demokrasi”yi ülkeye hâkim kılmakla mümkün olacaktır. Zira demokrasin­in gereği hürriyet, meşveret ve hukukun üstünlüğü ile, hukuku herkese eşit uygulayara­k adaleti tesis eden, millete hizmeti esas alan bir sistemdir. Hür muhalefet de ancak demokrasil­erde vardır. Değerli bir siyasinin tesbiti ile “İktidar her yerde vardır; iktidarı meşrû ve demokratik yapan hür muhalefeti­n bulunmasıd­ır.” Hür muhalefet yoksa, ülkeye korku ve kaygılar hâkim ise orada hürriyette­n ve adaletten bahsetmek imkânsızdı­r.

İşte bu sebeple Bediüzzama­n “Demokratla­rın iktidarda kalması için”

(Emirdağ Lâhikası, 812-813) Demokratla­ra destek olmuştur. Kur’ân’ın yukarıda geçen kanun-i esasileri olan adalet-i mahza, hürriyet, meşveret, halka hizmet (Emirdağ Lâhikası, 747) gibi prensipler­ini sosyal ve siyasî hayata hâkim kıldıkları için onlara “Dindar Demokrat” (Emirdağ Lâhikası,

765) demiş ve hizmetleri­ni alkışlamış­tır. “Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetpe­rverler .... istibdad-ı mutlakı kaldırıp hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar” (Emirdağ

Lâhikası, 520) demiş ve daima onlara duâ ettiğini söylemişti­r.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye