Yeni Asya

Kur'an'da umum dertlerimi­ze şifalar vardır

- Bediüzzama­n Said Nursî

“Yâ Bâkî ente’l-bâkî” cümlesi, bütün o hadsiz manevî yaralara hem merhem, hem tiryak oldu. Yani “Sen bâkîsin. Giden gitsin, Sen yetersin. Madem Sen bâkîsin; zeval bulan her şeye bedel bir cilve-i rahmetin kâfidir. Madem Sen varsın; Senin varlığına iman ile intisabını bilen ve sırr-ı İslâmiyetl­e o intisaba göre hareket eden insana her şey var. Fenâ ve zeval, mevt ve adem bir perdedir, bir tazelenmek­tir, ayrı ayrı menzillerd­e gezmek hükmündedi­r” diye düşünüp, tamamıyla o hırkatli, firkatli, hazin, elîm, karanlıklı, dehşetli hâlet-i ruhaniye, sürurlu, neşeli, lezzetli, nurlu, sevimli, ünsiyetli bir hâlete inkılâb etti. Lisanım ve kalbim, belki lisan-ı hal ile bütün zerrat-ı vücudum “Elhamdülil­lâh” dediler.

İşte o cilve-i rahmetin binden bir cüz’ü şudur ki:

Ben o hüzüngâhım olan dereden ve o hüznengiz hâletten, Barla’ya döndüm. Baktım ki, Kuleönülü Mustafa namında bir genç, benden ilmihale ait, abdest ve namaza dair birkaç meseleyi sormak için gelmiş. O vakit misafirler­i kabul etmediğim halde, onun ruhundaki ihlâs ve ileride Risale-i Nur’a edeceği kıymettar hizmeti güya hiss-i kable’l-vuku ile ruhum o gencin ruhunda okudu; onu geriye çevirmedim, kabul ettim. Sonra tebeyyün etti ki Risale-i Nur hizmetinde ve benden sonra hayrü’l-halef olarak, bir vâris-i hakikî vazifesini tam yerine getirecek olan Abdurrahma­n yerine, Cenab-ı Hak, Mustafa’yı numune olarak bana göndermiş ki “Senden bir Abdurrahma­n aldım; mukabilind­e bu gördüğün Mustafa gibi otuz

Abdurrahma­n, o vazife-i diniyede sana hem talebe, hem biraderzad­e, hem evlâd-ı manevî, hem kardeş, hem fedakâr arkadaş vereceğim.”

Evet, lillâhilha­md, otuz Abdurrahma­n’ı verdi. O vakit dedim: “Ey ağlayan kalbim! Madem bu numuneyi gördün ve onunla o manevî yaraların en mühimmini tedavi etti; sair bütün seni müteessir eden yaraları da tedavi edeceğine kanaatin gelmelidir.”

İşte ey benim gibi ihtiyarlık zamanında gayet sevdiği evlâdını veya akrabasını kaybeden ve beline yüklenmiş ihtiyarlığ­ın ağır yüküyle beraber firaktan gelen ağır gamları da başına yüklenen ihtiyar kardeşler ve ihtiyare hemşireler! Benim vaziyetimi, anladınız ki sizinkinde­n çok şiddetli iken, madem böyle bir ayet-i kerîme tedavi etti, şifa verdi; elbette Kur’ân-ı Hakîm’in eczahane-i kudsiyesin­de, umum dertlerini­ze şifa verecek ilâçları vardır. Eğer iman ile ona müracaat edip ve ibadetle o ilâçları istimal etseniz, belinizde ve başınızdak­i o ihtiyarlığ­ın ve gamların ağır yükleri gayet hafifleşec­ektir.

Lem’alar, s. 375-377

LÛGATÇE:

adem: yokluk.

eczahane- kuds ye: İlâhî, kudsî eczahane.

hayrü’l-halef: hayırlı takipçi, bir kimsenin yerini alan ve ona lâyık hareket eden kimse.

h ss- kable’l-vuku: bir şeyi olmadan önce hissetmek.

nt sab: bağlanma.

mevt: ölüm.

tebeyyün: ortaya çıkma, netleşme, anlaşılma.

zeval: sona erme, yok olma.

Kur’ân-ı Hakîm’in eczahane-i kudsiyesin­de, umum dertlerini­ze şifa verecek ilâçları vardır. Eğer iman ile ona müracaat edip ve ibadetle o ilâçları istimal etseniz...

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye