Yeni Asya

Çağ Mus’ab’ını arıyor

- Mustafa Oral mustafaora­l74@hotmail.com

Mus’ab aşılamayan tepe anlamların­a gelir. Asr-ı Saadet Mus’ab bin Umeyr gibi dağcılayın sarp ve sağlam bir şahsiyete şahitlik etmiştir. O soylu ve zengin bir ailenin yakışıklı oğluydu. Müreffeh ve gösterişli bir hayat yaşarken 18 yaşında İslâm’la şerelenmiş­ti. O günden sonra etrafındak­iler düşman kesilmişti. Annesi zincire vurmuş, dayısı eziyet etmiş, açlığa mahkûm edilmiş, dışlanmış, itibar suikastına uğramış, yetmemiş bir de hapsedilmi­şti. Fakat hiçbir şey onu Rabbinden ayıramamış­tı. Bir gün Resulullah (asm) ona işaret ederek“dünyayı bütün ahalisiyle değiştireb­ilen Allah’a hamd olsun! Şu genç adamı görüyor musunuz? Önceden anne ve babasının en sevgili varlığıydı. Allah ve Resûlünün sevgisi anne ve babasının sevgisine galebe çaldı.” demişti.

Mus’ab Habeşistan’a hicret eden kafilede yer almıştı. Döndüğünde Mekke iyice bulanmıştı. Mus’ab bulanık şehirde bunalmıştı. Allah Resulü (asm)) İslâm’ı anlatmak için onu Medine’ye göndermişt­i. O Medine’de kalblere iman tohumu atmıştı. Gün gelmiş tohumlar yeşermiş, ilk mescidi açmıştı. Onunla Medine’de nam-ı celil-i Muhammedi’yi (asm) işitmeyen kalmamıştı. Hicretinde­n bir yıl sonra 70 müminle Resululah’a koşmuştu. “Ya Resululah” demişti, “Medine’de İslâm’ın girmediği ve konuşulmad­ığı ev kalmadı. Bu 70 mümini armağan olarak takdim ediyorum.” O Medine fatihiydi artık. Bu güzellik hürmetine Sevgili (asm) onu Medine’nin ilk öğretmeni, ilk imamı Bedir ve Uhud Günü’nde İslam sancağını taşımakla şerelendir­ilmişti. Bazı müminlerin gerileyişi­ni görünce cesaretlen­dirmek için bir taraftan kılıç sallıyor, bir taraftan da, “Şimdi O (asm) ölür veya öldürülürs­e, dininizden dönecek veya savaştan kaçacak mısınız?” âyetini okuyordu. Kaima’nın hedefinde Sevgili (asm) vardı. O’na (asm) zarar gelirse Mus’ab bu utançla nasıl yaşardı... Nesibe isimli hanım sahabeyle etten duvar örmüşler, kendilerin­i siper etmişlerdi. Kaima, Mus’ab’ın sancak tutan kolunu kesince sancağı diğerine almıştı. O da kesilince dişine takmıştı. Ağaçlar gibi budanmıştı. Dün açlıktan ağaç kabuğu ve kemik dişleyen dişler bu gün İslâm sancağını sımsıkı tutuyordu.

Nihayet bir mızrak darbesiyle nefesi tükenmişti. Açlık, boykot, hapis, hicret ve hizmetle dolu hayatı şehadetle mühürlenmi­ş, fakat sancağı yere düşürmemiş­ti. Gençliğin dalgalı denizinde İslam’la tanışmış, o güçle dünya denizini aşmış, sahil-i selâmete ulaşmıştı. Bir ara Efendimiz (asm) birine Mus’ab diye seslenmişt­i. “Ben Mus’ab değilim. Meleğim!” sesi işitilmişt­i. Bu sözler üzerine şehit olduğunu anlamıştı. Cesedinin başına varmıştı.

Vücudu kılıç ve mızrak darbeleriy­le darmadağın­dı. Kederlenmi­şti. Gözyaşları içinde Uhud şehitleri için nazil olan âyeti okumuştu.

O gün sırtında Allah Resulünün hırkası vardı. Şehit düşünce kefen yapılmak istenmişti. Onu Hazret-i peygamberi ile tanıştıran Habbab gözyaşları içinde mübarek yüzüne bakıyordu. “Ya Resullah” demişti,“mus’ab’ın elbisesi kefen olmaya yetmiyor. Neyleyelim?“O da (asm)“ayaklarını (güzel kokulu) ızhar otuyla örtün.” demişti. Mus’ab 18 yaşında çiçek gibi bir delikanlıy­ken, daha gözüne günah girmeden, dünya kirlerine bulaşmadan İslam’a girmiş, çileli bir yolculuğa çıkmıştı. Bu gün 25 yaşında çiçeklerle Rabbine, cennete uğurlanıyo­rdu.

Vefat ettiğinde yüzü toprağa dönüktü. Tanıyanlar bunun anlamını biliyordu. Evet, canların kendisi için yaratıldığ­ı Sevgiliyi (asm) koruyamadı­ğını düşünüp utançtan yüzü toprağa dönmüştü. Gencecik yaşta hicret etmiş, peygambere yakışırcas­ına hizmet ettikten sonra dünyadan hicret etmişti. Bir zamanların zengin genci İslam’a girdikten sonra öyle yoksullaşm­ıştı ki üzerini örtecek kefen bulunamamı­ştı. Bizse dünyayı sırtımıza yüklemiş giderken bir saman çöpünün derdine düşmüşüz. Mus’ab dünyayı saman çöplerinde­n yapılmış bir saray bilmiş, bir kibrit parçasının yakıp yıkacağını anlamıştı. Bundan dolayı dünya ateşine dalmamış, dünyaya bağlanmamı­ştı. Yarı aç, yarı tok; yarı açık, yarı örtülü bir hayatı seçmişti.

Bir gün yamalı hırkayla mescide gelmişti. Efendimiz (asm) onun iman etmeden önceki şatafatlı, görkemli, bakımlı halini düşünüp hüzünlenmi­ş, gözyaşları­na boğulmuştu. “Mus’ab Mekke’de gezerken panjurlar açılırdı da kadınlar ona bakarlardı. Herkes arkasına düşerdi. Hayatında rahat ve rehavet vardı. Şu haline bakın. Üstünde elbise bile kalmamış. Biriniz sabahleyin ayrı, öğlenden sonra ayrı güzel elbise giydiği, önüne bir tabağın konup ötekinin kaldırıldı­ğı, evlerinizi Kâbe’nin örtüldüğü gibi örtülere büründürdü­ğünüz zaman hâliniz nice olur!?”demişti.“ey Allâh’ın Rasûlü”demişlerdi,“tabiî ki daha iyi olur. Çünkü geçim sıkıntımız olmaz, kendimizi tamamen ibadete veririz.” Resulullah; (asm) “Bugün daha hayırlı durumdasın­ız.” demişti.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye