Yeni Asya

SELİMİYE VE AYASOFYA’NIN BAŞINA GELENLER

- M. LATİF SALİHOĞLU

Osmanlı eseri olan iki müstesnâ mâbed: Biri, eski payitaht Edirne’deki Selimiye Camii; diğeri ise, yeni payitaht İstanbul’daki Ayasofya Camii.

Bu iki mâbedin de başına çok elim, çok ıztırap verici vukûatlar geldi.

Şu var ki, Ayasofya’nın hicrân ateşi bir başka. Onun başına gelen felâket, bu vatanda başkaca hiçbir mâbedin başına gelmedi. Sebebi ise, gayet basit; şöyle ki:

1) 27 Kasım 1575’de inşaası tamamlanar­ak ibadete açılan ve Koca Mimar Sinan’ın “ustalık eseri” olan Selimiye, 1913 yılı 16 Mart’ında kâfir Bulgar kuvvetleri­nin işgaline uğradı. 4-5 aylık bir esaretten sonra, fazlaca bir hasar-zarar görmeden, tekrar istiklâlin­e ve aslî hüviyetine kavuşturul­du.

2) 1453’te İstanbul’un fethiyle birlikte, fethin sembolü olarak kiliseden camiye çevrilen Ayasofya ise, 24 Kasım 1934’te tuhaf, acip, ucûbe ve şaibeli bir kararnâme ile fiilen müzeye dönüştürül­erek, bir nevi esaret altına sokuldu. Bu elemli, ıztıraplı esaret, seksen beş yıldır devam ediyor. Üstelik, daha ne kadar süreceği de belirsiz.

Özetle: Selimiye’nin muvakkat esareti, küffarın Edirne’yi işgal etmesiyle yaşandı. Ayasofya’nın bir asra yaklaşan esareti ise, münafıklar­ın çabasıyla yaşandı, yaşanıyor.

Özet$n özet$: Münafık kâfirden eşeddir. Şimdi, bu iki mâbedin mukadderat­ına biraz daha geniş açıdan bakalım.

Sel$m$ye Cam$$

Edirne'de inşa edilen bu muhteşem mâbed, Kànunî Sultan Süleyman'ın oğlu Sultan II. Selim (Sarı Selim) tarafından Mimar Sinan'a yaptırıldı.

Koca Sinan'ın "ustalık eserim" dediği bu ihtişamlı caminin, önce İstanbul'da inşa edilmesi düşünüldü. Ancak, daha sonraları fikir değiştiril­erek, serhad şehri olan Edirne'de karar kılındı. Caminin yapımına ise 1568/69 yıllarında başlandı.

Mimar Sinan, Tezkiretül-bünyân (Binaların Kitabı) isimli eserinde, Sultan II. Selim'in şöyle buyurduğun­u beyan eder: "Benim çokça sevdiğim Edirne şehrinde öyle bir cami inşâ eyle kim, cihanda eşi-benzeri olmaya." Selimiye Camii, birçok yönüyle dünyada hakikaten eşsiz bir eser hüviyetini taşıyor.

TARİHİN YORUMU 27 KASIM 1575

***

Birinci Balkan Harbi sonrasında, aylarca (155 gün) Bulgar kuvvetleri­nin kuşatması altında kalan Edirne, merkezden (İstanbul’dan) hiç yardım alamaması ve şehirde giderek şiddetlene­n açlık, yokluk ve mühimmatsı­zlık sebebiyle daha fazla dayanamaya­rak teslim oldu: 16 Mart 1913.

Şehri işgal eden Bulgarlar, sivil halka büyük baskı uyguladı. Mâsumlara yönelik katliâmlar­da bulundu. Bazı kuyuları insan cesetleriy­le doldurdu.

Ayrıca, başta Selimiye Camii olmak üzere, şehirdeki diğer bazı mâbetlere de zarar verdi. Büyük tahribat yaptı.

Enver Paşa’nın üstün gayretiyle yeniden harekete geçen Osmanlı ordusu, nihayet 22 Temmuz 1913'te Edirne’yi (Dolayısıyl­a Selimiye’yi) küffarın işgalinden kurtardı.

Ve, mahzûn mâbed Ayasofya

Beş asır müddetle cami olarak aslî bir hüviyet kazanan Ayasofya, 24 Kasım 1934’te, keyfî bir muamele sonucu ibadet mahalli olmaktan çıkarılara­k müzeye çevrildi.

Ayasofya, vakıf malı olduğu için, kànun nazarında ve kâğıt üzerinde hep cami olarak kaldı. Resmî olarak cami olmaktan çıkarılabi­lmesi için, kànunların da resmen alenen çiğnenmesi gerekiyord­u. Bunu yapmak yerine, uyduruk bir “kararnâme” ile Ayasofya’nın kaderini değiştirme cihetine gidildi. Gidiş o gidiş...

Mühim bir başka nokta da, Sultan Fatih’in “Ayasofya Vakfiyesi”ne yazdırmış olduğu tüyler ürperten ifadelerid­ir. O meşhûr ifade meâlen şöyledir: "Camiye çevirmiş olduğum bu mâbedi her kim ki bir başka şekle tebdil ederse, Allah'ın, meleklerin ve insanların lâneti onun üzerine olsun! Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın!"

İşte, bu kadar ağır, bu derece sert ve okkalı bir kayıttan dolayı, kimse lânet ve ittihamın altına girmeyi göze alamadı. Bu sebeple, müze için kànunla iş görmek yerine, uyduruk ve ucûbe bir “Bakanlar Kurulu Kararı”na sığınma yöntemi tercih edildi.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye