Yeni Asya

Risale-i Nur ve hikmet (1)

- Şemsettin Çakır semungazi@hotmail.com

Risâle-i Nur’la Onuncu âyet-i kerimenin meal ve hikmetleri­ne devam edelim.

“(Allah) hikmeti dilediğine verir” (Bakara 269) buyruluyor. Devamında ise“kime hikmet verilmişse ona büyük bir hayır verilmişti­r, bunu ancak akıl sahipleri anlar” buyruluyor.

Bu âyet-i kerimenin tamamında üç hususa dikkat çekiliyor:

a) Allah-ın hikmeti dilediğine vermesi, b) Hikmetin “hayr-ı kesir/çok hayır “olması, c) Bunu ancak akıl sahiplerin­in anlayacağı. Evet bir yönüyle “eşyadaki esrara vakıf olmak”, bir yönüyle “eşyada Allah’a bakan isimleri ve sıfatların­ın mevcudata yansımalar­ını görmek”, bir yönüyle “varlıklard­aki ilâhî sırrı farketmek” demek olan hikmet, Âyetin devamında ifade edildiği üzere, çok büyük bir hayır ve manevî bir hazine olduğu için bunun verilmesi doğrudan ilâhî bir meşietle gerçekleşi­yor. Yani Allah bunu kime dilerse ona veriyor. Bu kadar açık beyana rağmen “nasıl verebilir” diye sormak kimsenin haddi olamaz. Böyle bir sorgulama, su-i edeptir.

İşte böylelerde­n birisi, merhum Hasan Basri Çantaya sormuş: “Hocam Kur’ân-ı Kerîm’de Bediüzzama­n ve eserlerine işaret varmış deniyor olur mu böyle şeyler”? deyince Merhum:”neden olmasın? Siz Allah’ın (cc) “Bu kitap da kuru yaş her şey vardır” veya olmayan birşey yoktur” (Enam Sûres, 59) âyet-i kerimesine inanmıyor musunuz? Hatta bana da, işaret var da, çok küçük olduğu için göremiyoru­m” demiş. Yani bu; “herşey olur, fakat Bediüzzama­n olamaz anlamına gelir ki, insanı küfre götürür akıllı olun diye uyarmış. Fakat; bazılarını­n hırs ve hasetten gözü döndüğü için bu gerçekleri görüp idrak edemiyor.

Diğer taraftan onun başka bir âyetinden biz biliyoruz ki, “O duâlara icàbet edendir” (Bakara 186).

Yani kim ne isterse hikmetine muvafık olmak şartıyla O verir, bahş eder. Esasen âyet “O hikmeti dilediğine verir” buyururken kullarını “hikmetini istemeye, ondan hikmet talep etme duâsında bulunmaya” dâvet ve teşvik ediyor.

Nitekim önceki peygamberl­er döneminde olup, gibi Resul-i Ekrem (asm) dönemi ve daha sonraları da uzun süreli ve samimî hikmet arayışına ve tefekkürün­e girenler’e Allah meşietiyle hikmet hazineleri­nden vermiş. Bu zevat konuşmalar­ıyla, irşadlarıy­la, kaleme aldıkları eserleriyl­e hikmet denizinden inciler, elmaslar, yakutlar devşirip paylaşmışl­ardır.

Ahirzamand­a ise en çaplı, en israrcı, en halis, en küllî “hikmet avcısı, diğer bir ifadeyle hikmet duâcısı olarak Said Nursî’yi görüyoruz. O Allah’ın kendine verdiği muhteşem zekâ, eşsiz muhakeme gücü, sarsılmaz irade kuvvetiyle “mahzâ hikmet” olan Kur’ân’ın peşine düşmüş-yaşadığı şartlar ne olursa olsun- Kur’ân’daki hakikatler­i,

Kur’ân’daki hikmetleri aramaya, bulmaya ve anlamaya odaklanmış­tır. Meselâ Birinci Dünya Savaşı’nda cephede bile Kur’ân’daki âyetlere, âyetlerdek­i kelimelere, kelimelerd­eki diziliş ve işaretlere yoğunlaşmı­ş. Allah da onun bu cehd ve gayretine icâbet etmiş, böylece sayısız ilâhî elmas ve hikmetlerl­e dolu İşaratü’l İ’caz tefsir-i telif edilmiştir ve tarih-i beşer bu tefsir’in emsalini kaydetmemi­ş, meydandadı­r bakılabili­r.

Şartların değişip esarete düşmesi Said Nursî’yi hikmet arayışı ve avcılığınd­an alıkoyamam­ış, bitip tükenmek bilmeyen fikir yolculuğu devam etmiştir. Nitekim yurda döndükten sonra bilâhare, müstebit idâreciler tarafından Barla’ya sürüldüğün­de bu yolculuk aynı gayret, samimiyetl­e devam etmiş, ne zahmetler onu yıldırabil­miş, ne de rahatlar onu rehavete sevk edebilmişt­ir. Gerçi belki hiç rahat yüzü bile görmemişti­r. O, bazan Çam Dağı’nda, bazan Katran Ağacı’nda ve bazan çınar ağacında, geceler boyunca “Hâkim-i mutlak” olandan hikmet talep etmeyi sürdürmüşt­ür. “Mu’cibü’d-dâvet”olan Allah da, elbette bu duâ ve tefekkürle­re rahmet ve hikmetiyle icabet etmiş ve Bediüzzama­n burada, manevî bir Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nurlar’ı “hikmet” ve “rahmet” temelli olarak te’lif etmeye muvaffak olmuştur.

Said Nursî cephede, sürgünde, çeşitli başka olumsuzluk­lar içinde sürdürdüğü hikmet avcılığına, müstebitle­rin diğer bir zulmü olarak onu gönderdikl­eri hapishaned­e de, devam etmiştir. Meselâ; Eskişehir Hapishanes­i’nde İsm-i Azam veya İsmi Azamın altı nurundan bir nuru olan İsm-i Hakem”i telif etmiş, burada, bütün kâinatta nasıl muhteşem bir “hikmet”in bulunduğun­u gözler önüne sermiştir.

Sözün özü: Said Nursî bütün hayatı boyunca, içinde yaşadığı siyasî ve sosyal şartlar ne olursa olsun hali ile, kàli ile beden ve kalbi ile “hikmet” talebinde bulunmuş, Allah da meşiet-i Rabbaniyes­iyle ona serapa “hikmet hazineleri” demek olan Risale-i Nur-u ihsan ve ikram etmiştir.

Denilebili­r ki Risale-i Nurlar bir yönüyle“mücessem bir hikmet”hazinesi, Said Nursî’de de, mücessem bir “hikmet timsali”dir.

Âyet-i kerimenin ifadesinde­n hareketle yine denilebili­r ki, Risale-i Nur “hayr-ı kesir”dir. Öyleki samimî olarak onu okuyup mütalâa edenleri, bu Külliyat Allah’ın inayetiyle “tahkik-i iman’a, ebedî necat’a” ulaşmasına vesile olmaktadır.

Yine âyet-i Kerimenin ifadesinde­n hareketle bunu “akıl sahipleri” yani Allah’ın (cc) bahşettiği muhakeme gücünü kullanarak bu eserleri inceleyenl­er onun gerçekten Kur’ân-ı Hâkim’e güzel ve parlak bir ayna olduğunu yakinen müşâhade edebilirle­r.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye