Burada Beraat kararları da var” der ve kİtapları İade edİlİr.
Cezaevİ savcısı, müdürü çağırır “Bu kİtaplar yasak değİl, Bak
Sonra sâbık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile LİLLAHİLHAMD, hem Kur’ân-ı Hakîm’in azîm tergibat ve teşvikatı tam yerinde olduğunu, hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîliğinden olmadığını, hem günah-ı kebairi işleyen küfre girmediğini, hem Mu’tezile Mezhebi ve bir kısım Hariciye Mezhebi “Günah-ı kebairi irtikâb eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır.” diye hükümlerinde hata ettiklerini, hem benim o bîçare arkadaşım da yüz ders-i hakikati bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım. Cenab-ı Hakk’a şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünkü sâbıkan dediğimiz gibi, şeytan cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gazabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile (alıcı), hem nâkile (verici) iki cihaz hükmündedirler.
İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakk'ın "Gafur", "Rahîm" gibi iki ismi, tecelli-i a'zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur'ân-ı Hakîm'de Peygamberlere en mühim ihsanı, mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları, istiğfar etmeye dâvet ediyor."bismillahirrahmanirrahim" kelime-i kudsiyesini her sûre başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiyle, kâinatı ihata eden rahmet-i vasiasını melce ve tahassüngâh gösteriyor ve "Fe'steìz" (Euzü çek! Allah’a sığın! [Fussılet Sûres : 36]) emriyle "Eûzü billahi mine'ş-şeytani'r-racîm" kelimesini siper yapıyor.
Üstadın, Mu’tezile Mezhebi ve bir kısım Hariciye Mezhebi rağmına Ehl-i Sünnet’in günah-ı kebairi işleyen imandan çıkmayacağını ya da iman küfür ortasında kalmayacağını ifade eder. Bu ifadesi elbette o kebairi, günah-ı kebairlikten düşürmüyor, ancak o günahı işleyeni, ümitsizlikten kurtarıp, ümide, hassaten tövbe ve mağfiretle duâya ve Eûzü billahi mineşşeytanirracîm kalesine sığınmaya dâvet ediyor.
Elverir ki işlenen o kebair, terk edile, devam edilmeye.
Günah işlemek, imanın eksikliğinden olmayabilir, ama işlenen günahın imanı azalttığı bilinen bir vakıadır. Bu sebeple günahtan sonra derhal istiğfar edilmelidir ki azalan iman o samimî tövbe ile muhafaza edilsin. Bazı haddi aşan duyguların, mevcut imandan daha baskın olarak iradeyi tahrik ettiği de unutulmamalıdır.
Ömer Güzel, Üstadının bu müjdeli ihtarını okuyunca çok sevinir, teselli olur ve tövbe ve istiğfarını daha da çoğaltır.
***
İçeride iken beş altı arkadaş olarak Risale-i Nur’u okurlar. Ancak cezaevi idaresi özellikle müdürü rahat vermez. Bu eserler yasak diye ellerinden alır.
O sıralar bir savcı, cezaevi müdürünün üzerinde cezaevi yönetiminden sorumlu vazifeli olarak gelir.
1969 veya 1970 yılında on bir kişilik bir ekip kurarlar. Değişik meslekteki kişilerden oluşan bu ekip kış boyu hem hazırlanır ve hem de Risale dersi yaparlar. Piyes metninde yer yer Risaleden pasajlar eklenir ve halka dinî mesajlar verilir. Ekibin içerisindeki Bahattin Paslı metindeki Risaleden cümlelerden çok etkilenerek duygulu ve coşkulu şiirler yazar.
Seydişehir Sinema Salonu’ndaki ilk oynamaya halk fazla rağbet etmez iken ikinci oynamada salonda yer kalmaz. Beyşehir Belediyesi’nin Sinema Salonu’nda ve Karaağaç’da gösterime girerler. Yeni bir piyes hazırlayıp oynamak isterler, lâkin Seydişehir Savcılığı izin vermez. Bu ara ilk piyesin sözlerinde geçen “Nur” kelimeleri ile Nurculuğu iltisaklayarak mahkemeye verilir.
İmam Hatip Okulu Yaptırma Derneği yardımı adına oynanan bu piyes hizmetlerinde dernek başkanı da yardımcı olur. Sonradan anlaşılır ki bu dernek başkanı “Bunlar Nurculuk propagandası yapıyorlar” diye mahkemeye şikâyette bulunmuş.