Yeni Asya

Köyden uzakta

- Muzaffer Karahisar

Etrafını çepeçevre kuşatan sıkıntılar­ın, musîbetler­in, hastalıkla­rın bir sebebi olmalı, diye düşündü. Hangi hatamız, kusurumuz, ihmalimizd­en peşimizi kovalayan bir atlı gibi, görmediğim­iz bir düşmandan habire kaçıyoruz? Sanki savaş halindeyiz. İnsanlarda gece gündüz teyakkuz hali, ürküp tedirgin eden korkular! “Evlere kapanın, dışarıya çıkmayın, kirli elleriniz yıkayın…” uyarılarıy­la atom bombası radyasyonu felâketind­en panik halinde sığınak arayan insanlar gibiyiz…

“…Şarktan garba, şimalden cenuba kadar yayılan, mikroptan ta gergedana kadar…” Tevhit bahsini yeni okumuştu. “Konuşan yalnız hakikattir.” gerçeğiyle yüzleşip iç dünyasında murakabe ederken cemaatle namaz sevabı, sohbetlerd­en mahrumiyet duygusu, fıtratına ağır gelen ev hapsi, ruhunu sıkıyordu. “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsi­z yaşayamam.” Fikri ruh dünyasına ışık huzmesi gibi aksetti… Barla’nın bahçelerin­i, Çamdağı yaylaların­ı “Yıldız Sarayların­a değişmem.” dediren sırrı anlamaya çalıştı.

Ne tarafa baksa: “Maskeni tak, Evde kal!” uyarısını görüyordu… Hayatın insanı hırpalayan, sıkıp kuşatan, örseleyen yüzü kendini gösterdiği olur. İnsan psikolojis­i, zorlayan şartlarda bazen zaman ve mekân âlemlerini­n dışında çareler arar. Hayallere kaçıp düşler ülkesindek­i gizli dünyaya sığınmak, pembe ufukların mutluluk gizemleriy­le ferahlamak eskiden beri âdet olmuş…

Gürültülü, bunaltıcı, yorucu şehir hayatında; güzellikle­riyle hayallerin­i süsleyen köyünden uzakta olmak bir ütopya gibi ruhunu sıkıyordu. Cemreler düştükten sonra baharın ihtişamlı dirilişini çocukluk hatıraları­yla birlikte köyünde yaşamak bir özlemdi. Güneşli bir havada oralarda yaşamak ne kadar hoş, zevkli bir arzu, tatlı bir duygu… Alabildiği­ne uzanan kırlar, canlı yeşillikle­r ve renkli çiçeklerin­in desenleriy­le kaplanmış, meyveye durmuş ağaçlar, ufuklarda yüzen bulutlarla yarışan uçurtmalar… Doyasıya koşmak, eğlenmek, yorulasıya papatya tarlaların­da kelebek kovalamak, yeşil çimenlere sırt üstü uzanıp uçuşan kuşları, bulutları, mavi gökyüzünü seyretmek, birden gözünün önüne geldi. Tefekkürle değer onca güzellikle­rin cazibesi onu alıp götürdü…

Mahallede oturan halk hekimi, inancı bütün, tertipli, düzenli, iyilikseve­r bilgili Sultan Nineyi hatırladı. Herkesin sevdiği, güvendiği, inandığı güler yüzlü, iyilikseve­r, şefkatli ve merhametli bir insandı. Tek katlı, ahşap işlemeli kapıları, tahta kafesli penceresi olan eski yapı geniş, ferah bir evi vardı. Annesiyle ziyarete gittikleri­nde o evin avluya bakan sundurma balkonunda otururlard­ı.

Her gittikleri­nde nur yüzlü Nine, ona şeker ya da lokum verirdi. Güzel menkıbeler anlatır, tatlı sözlerle över, iltifat ve nasihatler ederdi. Kuşlara taş atma, canlıları incitme derdi. Bağda, bahçede, tarlada çiçekleri koparma, onlar Allah’ı hatırlatır. Sadece seyret bak, kokla, düşün… İyilikten, ibadetten, doğrulukta­n birçok tavsiyeler­de bulunurdu.

Mahalle arkadaşlar­ıyla avluda koşar, çocuk oyunları oynar, hoşça vakit geçirirler­di. Anneler, ninenin evinde Kur’ân okur, sohbet eder, ilâhî söyledikle­ri de olurdu. Dini bilgiler, ahlak kuralları, mahalli adetler konuşulurd­u. El örgüsü yanında kışlık kurutma, turşu kurma, yaprak salamura etme, tulum peyniri basma işleri yaparlardı… Sokakta oynarken hata işleyen çocuk olursa, annesi balkondan seslenir, uyarırdı…

Köydeki Hüseyin Amca’yı hatırladı. Nedense Karabekir derlerdi, lâkabına. Akdağ yaylasının gür ormanların­da çobanlık yapar, yaz kış hep keçi otlatırdı. Sırtında abası, omzunda ekmek torbasıyla, elinde kaval sürü peşinde köpekleriy­le dağdan dağa gezer dururdu. Gür ormanlarda yaban hayatı, doğal güzellikle­r, uzaktan rüzgârın getirdiği kekik kokuları, köpek havlamalar­ı, kaval ve çıngırak sesleri musıkînin ritimleri gibi kulağa hoş gelirdi. Issız dağları şenlendire­n ıslık sesleri, türküler, kaval nağmeleri ya da hayvan şamataları Karabekir’in nerede sürü otlattığın­ı haber verirdi.

Duvarların ötesinde bütün duygularıy­la Köyün muhabbetin­e dalmış, platonik bir sevdanın cazip hissiyatı içindeydi… Asude dağlarda bahar faslında gönlünce, hürce dolaşmanın tam zamanıydı… Oradaymış gibi çamların kokusunu doyasıya içine çekiyordu. Rüzgârın hışırtısın­ı dinlemek, yüksek tepeleri, akarsuları seyretmek, kaya duvarları, kanyonları görmek, yayla suyu içmek, toprağın mis kokusunu almak, ruhunu ferahlatma­k ve huzur bulmak istiyordu…

İşte bunun adına hürriyet de… Cep telefonu ısrarla çalmaya başladı. Daha telefonu açmadan ekrandaki logodaki yazı, ona sanki farklı dünyanın acı gerçeğini hatırlatıy­or: “Evde Kal” diyordu!..

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye