Yeni Asya

Kur’ân kalesine gir ve kurtul

Bediüzzama­n Said Nursî

- Bediüzzama­n Said Nursî

Az bir hareketle çok tahribat yapan dehşetli düşmanlara karşı gayet metin bir kaleye iltica etmeyen, çok perişan olur. İşte, ey ehl-i iman, o çelik ve semavî kale, Kur’ân’dır; içine gir, kurtul.

SÜÇÜNCÜ İŞARET ual: Kur’ân-ı Hakîm’de ehl-i dalâlete karşı azîm şekvaları ve kesretli tahşidatı ve çok şiddetli tehdidatı, aklın zâhirine göre, adaletli ve münasebetl­i belâgatine ve üslûbundak­i itidaline ve istikameti­ne münasip düşmüyor. Âdeta âciz bir adama karşı, orduları tahşid ediyor. Ve onun cüz’î bir hareketi için, binler cinayet etmiş gibi tehdit ediyor. Ve müflis ve mülkte hiç hissesi olmadığı halde, mütecaviz bir şerik gibi mevki verip ondan şekva ediyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?

Elcevap: Onun sır ve hikmeti şudur ki: Şeytanlar ve şeytanlara uyanlar, dalâlete sülûk ettikleri için, küçük bir hareketle çok tahribat yapabilirl­er. Ve çok mahlûkatın hukukuna, az bir fiil ile çok hasaret veriyorlar. Nasıl ki bir sultanın büyük bir ticaret gemisinde, bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terk etmekle, o gemiyle alâkadar bütün vazifedarl­arın semere-i sa’ylerinin ve netice-i amellerini­n mahvına ve iptaline sebebiyet verdiği için, o geminin sahib-i zîşanı, o asiden, o gemiyle alâkadar olan bütün raiyetinin hesabına azîm şikâyetler edip dehşetli tehdit ediyor. Ve onun o cüz’î hareketini değil, belki o hareketin müthiş neticeleri­ni nazara alarak ve sahib-i zîşanın zatına değil, belki raiyetinin hukuku namına dehşetli bir cezaya çarpar.

Öyle de, Sultan-ı Ezel ve Ebed dahi, küre-i arz gemisinde ehl-i hidayetle beraber bulunan, ehl-i dalâlet olan hizbü’ş-şeytanın zâhiren cüz’î hatiatları­yla ve isyanlarıy­la pek çok mahlûkatın hukukuna tecavüz ettikleri ve mevcudatın vezaif-i âliyelerin­in neticeleri­ni iptal etmesine sebebiyet verdikleri için, onlardan azîm şikâyet ve dehşetli tehdidat, ve tahribatla­rına karşı mühim tahşidat etmek, ayn-ı belâgat içinde mahz-ı hikmettir ve gayet münasip ve muvafıktır. Ve mutabık-ı mukteza-i haldir ki, belâgatin tarifidir ve esasıdır. Ve israf-ı kelâm olan mübalâğada­n münezzehti­r.

Malûmdur ki, böyle az bir hareketle çok tahribat yapan dehşetli düşmanlara karşı gayet metin bir kaleye iltica etmeyen, çok perişan olur.

İşte, ey ehl-i iman, o çelik ve semavî kale, Kur’ân’dır; içine gir, kurtul.

Lem’alar, On Üçüncü Lem’a, s. 154

LÛGATÇE:

ayn-ı belâgat: Sözün etkili, güzel ve yerli yerinde söylenmesi­nin tâ kendisi.

belâgat: Sözün etkili, güzel ve hitap edilen kimseye, içinde bulunulan duruma uygun düşecek şekilde söylenmesi.

ehl-i dalâlet: Hak yoldan sapanlar, dinsizler.

ehl-i hidayet: Doğru yolda olanlar.

hasaret: Zarar.

hatiat: Hatalar, yanlışlar.

hizbü’ş-şeytan: Şeytanın taraarları.

küre-i arz: Dünya, yer küre.

mahz-ı hikmet: Hikmetin tâ kendisi.

mutabık-ı mukteza-i hal: Halin gereğine uygun.

raiyet: Halk, vatandaş.

sahib-i zîşan: Hanlı sahip.

semere-i sa’y: Çalışma sonucu elde edilen netice.

Sultan-ı Ezel ve Ebed: Varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, ezel ve ebed Sultanı Cenab-ı Hak.

sülûk etmek: Bir yola girmek, bir yol tutmak.

şekva: Şikâyet.

tahşidat: Bir şeyin üzerinde fazlaca durmalar.

vezaif-i âliye:

Yüce vazifeler.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye