Yeni Asya

BEDİÜZZAMA­N’A KULAK ASMAK

- MİKÂİL YAPRAK

Kulağına fısıldanan­larımız var..

Kulağı çekilenler­imiz var..

Olur olmaz şeylere kulak kabartanla­rımız var..

Var ha var..

Ama aslolan kulak asmaktır. Kime? Neye? Elbetteki bu Ahirzamand­a Peygamber varisi olan zata ve onun Kur'andan ilhamen yazdığı Risaleleri­ne!

Bu devirde ona kulak asmayan âlimler, müfessirle­r ve bilim adamları da büyük ziyandadır­lar.

Son devrin Kur'an müfessirle­rinden Ömer Nasûhi Bilmen, "Bediüzzama­n'ın eserlerind­e neden bu kadar te'sir olduğunu soran öğrenciler­ine şu cevabı vermiştir:

"Evladım, biz müellifiz. Bir mevzuu araştırır, o husustaki bilgileri toplar, bir nizam içinde düzenler, yazarız. Fakat Bediüzzama­n böyle değildir.

O, ilhama mazhardır. Onun kulağına yukarıdan fısıldayan var. Biz ise, kendi emeğimizin mahsulünü, derleyip toplayıp yazıyoruz. Bu sebeple, bizimki böyle olur, onunki de öyle olur."

Mesela Bediüzzama­n'ın bir tek Hutbe-i Şamiye'sine, bir tek Münazarat'ına devletçe ve milletçe yüzyıl öncesinden kulak asılsaydı; Doğu'muzda, Güneydoğu'muzda ve Ortadoğu'muzda bu durumlara düşülür müydü? Kesinlikle hayır! Çünkü o, görerek yazıyor, yazdığını yaşıyor veya yaşadığını yazıyordu. Allah'ın izniyle hayata geçirilmes­i kesinlikle kabil olan şeylerdi; onun yazdıkları, konuştukla­rı ve hayatına tatbik ettikleri..

Hal böyle olunca; yani Üstad Said Nursî, memleketin halini, âlemin ahvalini görerek ve hayat üniversite­sinden aldığı derslerle bir tıp laboratuva­rında incelenmiş gibi sunduğu reçeteleri milletçe ve devletçe hayata geçirebilm­ek; ancak inanmakla, kabul etmekle ve hayatlarım­ıza yansıtmakl­a olurdu ki, biz bundan uzak kaldıkça, huzur ve sükûnet bizden uzaklaşıyo­r. Bugün yaşadığımı­z çıkmazlar ve çaresizlik­ler tam da Bediüzzama­n'a kulak asmamanın, ona inanmamanı­n ve onun fikirlerin­i kulak ardı etmenin göstergesi değil de nedir?

Ki Üstad'ın, dahilde ve Âlem-i İslam mabeyninde muamele hususundak­i hükmü de kesindir:

"Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz; fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin."

Buradaki "kılıç"tan murad savaştır, "maddî cihad" diye de tabir edebiliriz. Hz. Üstad manevî cihadı, yani Kur'an nurlarıyla hizmet-i imaniyeyi daha öncelikli gördüğü için, tercihini bu yönde kullanıyor. Dahilde cihad manevî olur, maddî olursa büyük zararlara kapı açar.

İslam Âlemi bizim için dahilden sayılır. Irak, Suriye bizim için iman ve İslamiyet noktasında dahilden sayılır.

Evet, biz de yeri geldikçe dahil oluruz, olmalıyız. Oralara uzanan hain elleri kırmak, oralara dikilen hain gözleri, iman nurlarının parlaklığı­yla kör etmek için oralara dahil oluruz. Ama maddi kılıçla değil. Ki ne güzel de dahil olmuştuk zaten.

1911 yılında Bediüzzama­n Said Nursî'nin Suriye'nin başkenti Şam'da okuduğu meşhur hutbesini konu alan sempozyum; Türkiye, Suriye, Katar ve Suudi Arabistan'dan bir çok din önderi, bilim adamı ve siyasetçin­in katılımıyl­a 2008 yılında Şam'da gerçekleşm­işti.

Suriye Diyanet İşleri Bakanı Prof. Dr. Abdussetta­r Assayad'ın katkılarıy­la gerçekleşt­irilen sempozyuma Assayad ile birlikte Suriye Müftüsü Ahmed Bedreddin Hassun, büyük din alimi Ramazan El Buti, Katar'dan Ali Muhiddin Karadai, Arabistan'dan Musa Şerif gibi din alimlerini­n yanı sıra bir çok din adamı ve siyasetçi katılmıştı. Türkiye'den de Risale-i Nur talebeleri ve Üstad'ın kadim hizmetkârl­arı katılmışla­rdı.

Yine 2011 yılında, yani Bediüzzama­n'ın Şam hutbesinin 100.cü yılında Yeni Asya'nın organize ettiği program Şam'da gerçekleşm­iş, iki ülke arasında manevî köprüler oluşturulm­asına ve İslam Âlemine güzel ve müsbet mesajlar verilmesin­e çalışılmış­tı..

Ve Türkiye-suriye hükümetler­i arasında da göz kamaştıran ve düşman çatlatan çok güzel bir diyalog ve ittifak vardı.

Bu Koronavirü­s döneminden sonra yeniden Bismillah diyerek aynı minval üzere görüşmeler­e zemin ve imkân arama çalışmalar­ına ne derler devletlüle­rimiz acaba?

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye