HÜKÜMET ÜNİVERSİTE KURDU
Hükümetlerin adeta bir üniversite kurdu olmasını ve üniversite idealini yiyip bitirmesini eleştirdiğimiz dünkü yazımızı şu cümlelerle bitirdik: “Muasır medeniyetleri temsil eden ülkelerde Devlet tarafından kurulup Devlet tarafından kapatılan ‘üniversite’ var mıdır? Ya övündüğümüz tarihimizde durum nasıldır?”
Gerçekten “üniversite” fikri ve idealinin nasıl bir kaynaktan kaynaklandığı ve nasıl bir temele oturduğu çok önemli.
Devletin üniversiteye etkisi ve katkısı meselesi de aynı şekilde önemli.
Yakın tarihten biliyoruz ki kalkınma hamlesi denilen değişimi geçirmiş ülkelerde ilköğretimden liseye kadar eğitim devletin kontrolüne girmiş. Halen de öyle.
Dini ideoloji haline getiren veya ideolojiyi dinleştiren ideolojik devlet yapılanmaları “çocuk” ve “genç insan”ı, “öncelikle tornadan geçirmek” amacıyla sahiplenmişler. Eğitimi de sadece denetlemekle yetinmemişler, daima kendileri düzenlemiş ve yürütmüşler. Elbette bunun için önce öğretmen gerektiğinden kendilerine uygun öğretmeni yetiştirecek kurumları kurmuşlar. Bu öğretmen okullarının hiç biri “üniversite” fikrinden beslenen kurumlar olmamış.
Ama yetişkinleri hedeleyen “üniversite” bilhassa beş yüz yıllık hikâyesi boyunca Batıda daima “devlet dışı” kalmış.
Batıda devleti elde eden siyasi kültürler ve akımlar yerleşik üniversite kurumu ile zaman zaman cedelleşmiş olsalar da sonucu adeta “yel kayadan ne koparır” dedirmiş.
Bizde ve doğuda ilim veya bilim kavramlarının devlet karşısındaki özerkliği hep problemli olmuş. Dolayısıyla bağımsız ilim yuvaları olması gereken medreselerin ve üniversitelerin devletle ve hakim zihniyetle ilişkileri de problemli olmuş.
Tarihimiz içinde çok sayıda dev ilim adamı kişisel olarak otoriteye karşı durmayı başarmış. Bedelini bazen canıyla ödemiş ama ilmini ve kalemini iktidara satmamış, teslim de olmamış.
Ama medrese denilen kurumsal yapılar sağlamlaştırılamamış ve kurumsal olarak dik duruş başarılamamış. Elbette savaşların ve mağlubiyetlerin de etkisi var ama bu etken batıda bu derece etkili olmamışken bizde etkili olduğuna göre işin başka yönleri de var. Bilhassa devrimler geçiren ülkelerde ve demokrasi düşmanlarınca Cumhuriyetçilik kılıfı altında yapılan inkılâplarla yıkım kökleştirilmiş.
Bizde tarihe sahip çıkmak iddiasıyla ortaya çıkan muhafazakâr siyasetçiler gerçek bir üniversite fikrine sahip olmamışlar. Daima bir karşı devrim ya da rövanş fikriyle donanmışlar.
Bunlar hep Türkiye’yi ve İslam dünyasını iki tepenin arasında bir derede görmekten ve göstermekten kaynaklanıyor.
Oysa önce zihniyet devrimi lazım. Acaba iki derenin arasındaki bir yüksek tepede olduğumuzu düşünsek ne olur, özgür üniversite fikrine nasıl bir katkımız olur?