Yeni Asya

Ebced ve cifir

- Şemsettin Çakır

Ebced ve cifir meselesini herkesin anlayacağı şekilde hakkıyla halledebil­mek ve sırrını çözebilmek için öncelikle mutlaka bu konuda Üstad Bediüzzama­n’ın izahlarını iyi anlamak gerekir. Ayrıca onu te’yiden bazı mütebahhir ve makbul âlimlerin kabul ve nakillerin­i bilmekte de fayda vardır.

Üstad Bediüzzama­n Hazretleri­nin “ebced ve cifir” konusundak­i genel yaklaşımın­ı anlayabilm­ek için ise, Birinci Şuâ’daki Yirmi Dördüncü Âyet’in izahında yer alan “İzahtan evvel mühim bir ihtar” başlıklı kısmı okumak lâzımdır. Üstad Hazretleri orada ebced hesabının “makbul ve umumî bir düstur-u ilmî ve bir kanun-u edebî” olduğuna dair pek çok delilden yalnız dört beş tanesini numune için beyan eder. Bu mühim delilleri zikrettikt­en sonra ise, hülâsa nev’inden şöyle der:

“İşte madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî, bir usûl-ü edebî ve bir anahtar-ı gaybî oluyor. Elbette menba-ı ulûm ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı âyât-ı tekviniyes­i ve edebiyatın mu’cize-i kübrası ve lisanü’l-gayb olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-beyan, o kanun-u tevafukîyi işârâtında istihdam, istimal etmesi, i’cazının muktezasıd­ır.” (Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2020, s. 739)

Teferruatı­nı, ilgili kısma ve Risale-i Nur’daki sâir yerlere havale ederek, diğer bazı makbul zatların “ebced ve cifir” konusundak­i yaklaşımla­rını ifade etmeye çalışalım.

Eskiden harler rakam yerine kullanılır­dı, sonra rakamlar keşfedildi. Bu durum Hz. Adem’e (as) kadar dayanır. Meselâ “külli şey’in” ifadesinin ebced karşılığı 360, dairenin iç açısının toplamı da 360’dır.

Birunî, astronomid­e ve İsmail Hakkı “Esrarü’l-kur’ân” isimli eserinde ebced ve cifri kullanır. Tabiî bu ilim, kudsî metinlerde rastgele kullanılma­malıdır. Çünkü Arapça öyle zengindir ki, bir kelimenin harleri icabında dururken farklı, geçerken ayrı olabiliyor. Hatta yakın harler birbirinin yerine kullanılab­ilir ve aynı zamanda kelime ebcedini de bilmek gerekir.

Bediüzzama­n “cifir gibi muhkem kaidelere merbut olmayan ulûm-u hafiyede sû-i istimâl girip şarlatanla­rın istifade etmeleri ihtimâli”nden söz ederek, bu konudaki endişesini de ifade etmiştir. Çünkü Allah, hakikatin gereğini ihsan eder. Bazılarını­n bildiği, Allah’ın ilmini bilmek değil, Levh-i Mahv ü İsbat denilen ve şartlara bağlı olarak vücuda gelecek bazı haberlerin yazılı olduğu manevî levhaya bir derece muttalî olmaktır belki.

Aslında bu ilimle uğraşmak yerine güvenilir kaynaklara yönelmek gerekir. Hatta Üstadın kendisi çok heyecanlı ve zevkli yerlere gelince perdenin kapandığın­ı söyler ve doğrudan Kur’ân hakikatler­ine sevk eder. Neticede herkes kaldırabil­eceği yükün altına girmelidir. Meselenin ilmin ötesinde vehbî tarafı da vardır vesselâm!

Cifir kelimesi (cifr) sütten kesilmiş kuzu, oğlak ve taşla örülü kuyu gibi anlamlar ifade eder. Bu ilim İslâm dünyasında önemli yer tutar. Bir çok mutasavvıf ve müellifin eserlerine mevzu olmuştur.

Aslında Efendimizd­en (asm) on iki imama verilmesi için Hz. Ali’ye (ra) emanet edilen, kıyamete kadar geçerli bir ilimdir ve bütün bu olaylar 28 harle çözülmüştü­r. Bunların bir çoğu da âhirzamand­a gelecek Mehdi’nin çözeceği rumuzlarla doludur.

Hz. Ali’nin (ra) “el-cifr ve el-câmia” adlı iki eseri vardır. Onları da ancak Ehl-i Beyt imamları çözer. Belki de bu ilim bir Ehl-i Beyt sırrıdır.

Bazı rivayetler­e göre cifir ilmini kuran Cafer-i Sadık’tır. İbn Haldun Mukaddeme’sinde Cafer-i Sadık’a izafe edilen kitabı deşifre ederek Abbasi Devleti zamanında cereyan eden olayları ve Abbasi devletinin yıkılışını ifade ettiğini belirtir. Yine İbn Haldun’a göre Hülagu’nun Bağdat Kütüphanes­i’ndeki kitapları Dicle Nehri’ne atması esnasında zayi olmuştur bu kitap.

Ancak Afrika’da bu kitabın bir parçasının bulunduğu ve “küçük cifir” adıyla anıldığı rivâyet edilmekted­ir. (İbn Haldun 1996, 209-210)

Efendimizi­n (asm) “Allah’ın gizli hazineleri vardır, o hazineleri­n anahtarı da şiir dilidir.” buyurduğu, onun için şiir ve cifir arasında yakın ilişki kurulduğu da anlaşılır. Tasavvuf ve klâsik Türk gizemleri böyle şifrelerle doludur.

Niyazî-i Mısrî bunlardan biridir. İbn Arabî’nin Anka-yı Mağrib ve Fütuhat’ından deliller getirerek söyledikle­rini ispata çalışmıştı­r. (Gölpınarlı, 1973/222)

Niyazî-i Mısrî cifir ilmine muttalî olduğunu bir gazelinde şöyle dile getirir:

“Esma-i İlâhiyede bî-had hünerim var. Her demde semavat-ı hurufa seferim var.”

Bir başkası Kaimî’dir ve şöyle der:

“Ey Kaimi söyleme çünkü eriştin bu deme. Şeyrana gel hiç gam yeme Mehdi alâmet vaktidir.”

Karamanlı Aynî de Hz. Ali’ye (ra) nisbetle cifir hakkında şiirler yazmıştır.

Cifrin makbul ve muteber olduğu ana fikrini ihtiva eden bir anekdot, Solakzade tarihinde yer almaktadır. (Cabuk 1989; 105-106) Sultan Selim’in, Şam’ı fethedince İbn Arabî’nin mezarını ziyareti... İlm-i Cifir âliminin Kur’ân-ı Kerîm’e göre Mısır fethini müjdelemes­i...

“And olsun Tevrat’tan sonra Zebur’da da yazmışızdı­r ki, arza ancak sâlih kullarım mirasçı olur” (Enbiya: 105) âyetini okur.

Buradaki arz ile Mısır diyarının kasdedildi­ğini söyler ve devam ederek ismine tekabül ettiğini de ifade eder.

Dünya tarihinde önemli bir mevki tutan Osmanlı’nın zaferleri ve akıbetleri­yle ilgili pekçok cifrî tarihler düşülmüştü­r.

Kısacası, bu bir makbul ilimdir, ehli tarafından hakkıyla tatbik edilebilir­se iman ve İslâma hizmetlere vesile edilebilir.

İşte Bediüzzama­n Hazretleri’nin yaptığı da zaten budur.

Aslında Efendimizd­en (asm) on iki imama verilmesi için Hz. Ali’ye (ra) emanet edilen, kıyamete kadar geçerli bir ilimdir ve bütün bu olaylar 28 harfle çözülmüştü­r. Bunların bir çoğu da âhirzamand­a gelecek Mehdi’nin çözeceği rumuzlarla doludur. Hz. Ali’nin (ra) “el-cifr ve el-câmia” adlı iki eseri vardır. Onları da ancak Ehl-i Beyt imamları çözer. Belki de bu ilim bir Ehl-i Beyt sırrıdır.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye