ÖNCE ÇALIŞAN, YİNE ÇALIŞAN
ülkede faaliyet gösterdiği belirtilen bir araştırma, danışma ve eğitim şirketi; yaptığı tesbitle ‘kurum kültürüne yatırım yapan işletmelerin zor dönemleri atlatmada daha başarılı olduklarını’ duyurmuş. Kısaca, çalışanına, insana yatırım yapan firmalar sadece kriz dönemlerini kolay aşmakla kalmayıp böyle vakitlerde ‘ekonomik büyüme’ dahi gerçekleştirebiliyormuş.
Great Place to Work Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen analize göre, yüksek güven kültürüne sahip, çalışan odaklı ve şeffaf yönetim yaklaşımı benimsemiş şirketler ‘geleceğin şirketi’ olma yolunda rakiplerine göre çok daha fazla avantaj kazanıyormuş.
Aynı analizlere göre kriz zamanlarında kurum kültürüne yatırım yapan işletmeler, krizleri avantaja çevirebiliyor, ekonomik daralmanın yaşandığı süreçleri çalışanlarının ‘ekstra katkı’ sağlama istekliliği ile daha hızlı ve kolay aşabiliyorlar. Böyle şirketler, kurum kültürü ve ‘yüksek güven’ inşası için yapılan yatırımı lüks olarak değil, rekabet konusunda önemli bir stratejik adım olarak görüyormuş.
Enstitünün Türkiye Genel Müdürü Eyüp Toprak, şöyle demiş: “30 yıllık deneyimimize dayanarak çalışanların birbirlerine ve şirket değerlerine inandığı, güven ortamını oluşturabilmiş işletmelerin krizleri daha rahat aşabildiğini biliyoruz. Yeni normalde kurum kültürüne yatırım yapan şirketler yoğun rekabet ortamında rakiplerinden daha avantajlı olacaklar. Yeni çalışma modelleri üretme, belirsizlikleri yönetme, değişime uyum sağlama, dijitalleşme ve çeviklik gibi yetkinliklerini de geliştirme fırsatına sahip olacaklar. (...) Çalışanı merkeze alarak organizasyondaki iş gücü kapasitesinden üst düzeyde istifade eden ve değişime uyum sağlayabilen şirketler krizlerden daha güçlenerek çıkabilir.”
Esasında Türkiye’yi idare edenler başta olmak üzere özel firmalar da ekseriyetle “önce insan” derler. Fakat bu güzel sözün icra safhasında olması gerektiği kadar dikkate alınmadığını hepimiz görüyoruz. Nasıl ki ‘önce insan’ diyen devletler daha güçlü olursa, ‘önce insan’ diyen ve çalışanına değer veren firmalar da krizlere karşı daha dayanıklı olur. Bunu bilmek için ‘araştırma’ firmalarına dahi ihtiyaç olmayabilir. Devlet için vatandaşına, firma için de çalışanına değer vermek yapılması gereken ilk iş değil mi?
Yine herkesin bildiği üzere ‘iyi’ firmaların en önemli başarı göstergelerinden biri de “işgücü devir hızı oranı”dır. Yani işe giren bir ‘işçi’ o işyerinde ne kadar uzun süre çalışıyorsa o firma o kadar başarılı sayılır. Hatta, bazı Japon firmalarında çocukların, babalar emekli olunca babalarının işlerini devraldığı, babalarının çalıştığı firmaya işe girdiği söylenir ve bu ‘başarı’ olarak anlatılır. Bu bakımdan ‘kurum kültürü’ne ve çalışana yatırım yapmak ‘israf’ değil, hem firmanın geleceği için yatırım hem de mecburiyettir. Çok basit bir misalle, mahalle bakkalınızda çalışan çırak her hafta değişse, o bakkala güven sıfıra inmez mi?
Netice olarak, “çalışan odaklı ve şeffaf yönetim yaklaşımını benimsemiş şirketlerin”geleceğin şirketleri olacağı tesbiti yabana atılmamalı. Büyük düşünen firmalar çalışanına, personeline yatırım yapar. Ve mutlaka bu yatırımın karşılığını da alır. Bu karşılık belki geç alınmış olur, ama krizler de ancak bu yolla aşılır.
Devlet nasıl vatandaşını ihmal edemezse, firmalar için çalışanlarını ihmal etmemeli vesselâm.