GERÇEKLER SELE KAPILMASIN
Afetlere karşı gerekli hazırlığı yapmadığımız ve maalesef bundan sonra da yapacak gibi görünmediğimiz söylenirse itiraz eden çıkar mı? “Afettir, her ülkede olur. Süper güç olsak da çare yok” demek tembelliğimizin üzerini örtmeye yeter mi?
Hemen her sene olduğu gibi bu sene de tahmin edilmediği ölçüde maddî zararlara da yol açan sel ve dere taşkınları yaşandı.
Rize ve Trabzon’dan sonra şimdi de Giresun büyük bir afetle karşı karşıya kaldı. Giresun’un Dereli ilçesinde meydana gelen dere taşması görenleri hayrette bırakıyor. İdareciler bile “Bu yoğunlukta bir yağmur ve dere taşkını ne duyduk ne de gördük” mealinde sözler sarf etmişler. Hakikaten yayınlanan fotoğraf ve videolara bakıldığında akla gelmeyenin başa geldiği söylenebilir.
Bu vesileyle su taşkınları sonucu vefat edenlere Allah’dan rahmet diliyoruz. “Can yongası” olan maddî zararlara maruz kalanlara da kolaylıklar temenni ediyoruz.
Doğrudur, her ülkede sel, deprem ve yangın gibi tabiî afetler meydana gelebilir. Önemli olan bu afetlere karşı önceden gerekli tedbirleri almak ve alabilmektir. Devletin de, milletin de yapması gereken vazife budur. Başka ülkeleri başka ülke vatandaşları konuşsun ve tartışsın; ama ülkemizde bu afetlere karşı gerekli tedbirleri aldığımız söylenebilir mi? Geçmişte alınmayan tedbirlerin yakın bir zamanda alınmasına ihtimal veren var mı?
Türkiye’yi idare edenler, “Dere yataklarına ev yapmayın” diyor. Ancak bunu temin etmek de yine idarecilerin vazifesi değil mi?
Elbette tek sorumlu, ‘dere yatağında ev yapanlar’ değildir. Acaba idareciler, ‘kamu’ derelere ‘dere’ gibi bakıyor mu? Derelere söz konusu olduğunda ‘ehil insanlar’a kulak veriliyor mu? “Sulara, derelere keyfinizce dokunmayın. Sular boşuna akmaz” diyenler idareciler tarafından “Su akar, bunlar bakar. Biz böyle olamayız. Her su kaynağına bir HES (değirmen tipi küçük baraj) yaparız” demediler mi? Yani gerekli tedbirleri almamak noktasında idarecilerin de çok ciddî sorumluluğu yok mu?
Meteoroloji ve Afet Yönetimi Profesörü Mikdat Kadıoğlu bakın ne demiş: “Suları ‘dere yatağı’ndan, ‘taşkın yatağı’na geçen dere için ‘dere taştı’ denilemez. Derenin taşması için suları ‘taşkın tehlike sınırı’ dışına çıkmış olması gerekir. Esas TAŞKINLIK yapanlar 500 yıllık taşkın bölgesinde uygun bina yapmayanlardır. Ezberimizi bozmadan başka çözüm yok. Tehlike, aşırı yağış ki pek önlenemez. Baraj her yerde mümkün değil çünkü. Ama sel sularından sakınabilir ve ona karşı savunmasızlığımızı arttırabiliriz.
Türkiye’de sellerle mücadele için subasman seviyesi kavramını su basması ile yani temel taşkın su seviyesine göre tanımlamak ve uygulamak şarttır. Dere yatağına SIFIR giriş bina yapılması doğru subasman seviyesi ile engellenmeli. Tepeye bina yapar gibi dere yatağına bina yapılmaz. “Türkün aklı gözündedir” derler. Tv’de vatandaş “şiddetli yağış ve sel uyarıları yapıldı, ama sel ANİDEN geldi” diyor. Meteorolojik okur yazarlık SIFIR. MEB’IN bu konulara ilgisi ise Eksİlerde. Sonra felâket, iklim değişti böyle oldu. Bu kafayla bu problemi çözemeyiz. Eğitim şart.”
(@Mikdatca, 23 Ağustos 2020)
Küresel Isınmayla Mücadele Derneği (Kürem-der) Genel Başkanı Faruk Çebi’nin değerlendirmesi de şöyle: “30 yıldır ısrarla söylüyorum, yazıyorum. Sel ve su baskınları ülkemizin en büyük sorunu oldu. Kalıcı çözümü olan #Kırsaldönüşümprojesi‘ni 2010 ve 2013’de Bakanlığa sundum. 2018’de de
(@Tctarim) Sn.(@bekirpakdemirli)‘ye bizzat anlattım. Ne yazık ki bugüne kadar gündeme alınmadı. (İstanbul’da) Yıllar önceki olanaklarla dere yataklarına inşa edilen ve günümüzde ömrünü tamamlayan Sel Bentlerinin aşırı yağmurlarda yıkılarak büyük sel felâketlerine neden olma olasılığı çok artmıştır. Afette ve afet sonrasında gösterdiğimiz gayreti ne yazık ki afetlerin yaşanmaması için göstermiyoruz.” (@Faruk_cebi, 23 Ağustos 2020)
Gerçekleri ‘sel’e kaptırmak Türkiye’ye bir şey kazandırmaz. Uzmanları dinlemeden, afetlere karşı gerekli eğitim desteği sağlamadan tedbir almış olur muyuz?