KADERİ TARTIŞMAK DOĞRU MUDUR?
Uşak’tan Cahit Özpınar: “Kaderi tartışmak doğru mudur?”
İnsalı olmak şartıyla, hangi konuda olursa olsun, düşünmek, soru sormak, incelemek, tartışmak, müzakere etmek günah değildir. İnsalı olmaktan kastımız, Allah’ın takdirine teslim ve rıza göstermek, isyan ve inkâr içinde olmamak, kibrini hakim kılma amacıyla değil, bilmediğini öğrenme amacıyla olmak gibi makul gerekçelerdir.
Allah’ın takdirini beğenmemek, Allah’ın tasarrufunu kabul etmemek, kaderi tenkid etmek, Allah’ın rahmetini ittiham etmek ise insaf sınırlarını aşan kötü amellerdir. Böyle kötü amel sahibinin kaderi tartışmaya hakkı yoktur.
İNSAN kaderİ Neden Tartışır?
Ya teslimiyetinden, ya isyanından… Ya kaderinden razı oluşundan, ya kaderine itirazından… Ya Allah’a muhabbetinden, ya kendini beğenmişliğinden… Ya imanını arttırmak istediğinden, ya küfrünün dehşetinden…
Bunlardan birinci sınıfta yer alan insanlar, imanlarını inkişaf ettirmek isterler. Kaderin her tecellisini beğenirler. Kaderin takdirinin şer biçimde gözükse bile, bir hayra matuf olduğunu teslim ederler.
Böyle inançlı insanlar kadere teslimiyetlerini zihinlerinde şifreli cümlelerle kodlamışlardır.
Bazıları şunlardır: “Hayırlısı olsun!”, “Narın da hoş, nurun da hoş!”, “Var bir hikmeti!”, “Bunu ben hak ettim!”, “Gülme komşuna, gelir başına!”, “Rüzgâr eken fırtına biçer”“allah’ın takdiri; ne diyelim!” “Buna da şükür!”, “Beterin beteri var!” , “Böyle olacakmış!”, “Allah’ım sen bilirsin!”
sana Ne kötülük Gelİrse
kendİ Nefsİndendİr
Bu şifreli cümlelerde, aslında beğenmediğimiz ve hoşumuza gitmeyen tecelliler gizlidir; ama kaderin hükmüne boyun eğmekten başka çaremiz olmadığını da biliyor ve teslim ediyoruz. Bize iki şıktan hoş olmayanı düşmüştür. Biz de hoşumuza gitmese de, kaderin tercihinin hayırlı olduğunu teslim ederiz ve “hayırlısı olsun! Var bir hikmeti!” deriz.
Zaten hoş olan durumlarda belki kaderi de, hayırlısını da hatırlamayız. Ama bahtımıza hoş olmayanı düştüğünde kadere küsmediğimizi ifade eden bir duruş lâzımdır. İşte bu duruşu gösterirken kendi halimizi bu cümlelerle ifade ederiz.
Bu cümlelerle kaderi tartışmak yerine, kaderin hükmünün hayırlı bir hüküm olduğunu kabul ederiz. Çünkü başımıza bir musîbet geldiğinde kaderi tartışmaya açmak, kadere isyana götürür. Bu yol çıkmaz sokaktır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Kaderi tenkid eden başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden rahmetten mahrum kalır.” Bu ehl-i Sünnet
1 duruşuna inanmışızdır.
Mü’min en zor hallerinde bile Allah’a isyan yolunu seçmez. Allah’ın fiillerini tartışmaz. Hatayı Allah’ta değil, kendinde arar. Kendisine bir iyilik isabet etse bunu Allah’tan bilir. Bir kötülük isabet etse Allah’ı değil, kendini itham eder, tövbe eder, kendini ıslah etmeye çalışır.
Şu âyet mü’minin bu imanını anlatıyor: “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendi nefsindendir.”
2
önce HADDİNİ Bİlmelİ Yukarıdaki tasnifte ikinci sınıf insan ise kendini kendi eliyle helâk eder. Çünkü kendini değil, kaderi tenkid eder. Kendini değil, kaderi beğenmez. Kendini değil, kaderi hizaya sokmaya çalışır. şükrü değil, isyanı seçer. Kendine bir iyilik dokunduğunda bunu kendinden bilir, bir kötülük dokunduğunda bunu kaderden bilir.
İşi gücü kaderi tartışmak, tenkid etmek ve kendini hep haklı bulmaktır.
Böyle insan karamsardır. Kötümserdir. Bahtsızdır. Başarısızdır. Mutsuzdur. Huzursuzdur. Şükürsüzdür. Nimetin içinde yüzdüğü halde, küfran-ı nimet içindedir. Allah hakkında su-i zan içindedir. Hatasını görmez. Kusurunu itiraf etmez. Kendini kusursuz bilir. Cerbezecidir.
Böyle insanın kaderi tartışmaya değil, kaderi ağzına almaya bile hakkı yoktur. Çünkü kaderi anlamamıştır. İnsan olarak vazifesini kavramamıştır. Kul olarak haddini idrak etmemiştir.
D pnotlar: 1- Mektubat, s. 313, Lem’alar, s. 26. 2- N#sa Sûres#: 79.