“Sen kimsin?”
en kimsin?”sorusunun cevabını önemli mevkilere gelmiş, olanlar bunları terk ederek bulmaya çalışmış, çalışıyor.
Demişler ki, “Sen kimsin, dünyaya niye geldin?’ sorularını bu yaş ve imkânlarla açıklayamadık; mutsuz olduk.
Ardından şunları ekliyorlar: Hayatın bir anlamı olmalıdır. Ama, iş, aş, gezmek, eğlenmek, şan, şöhret olamaz! Çünkü, bunları elde ettik yine de mutlu değiliz.
Peşlerinde koşuşturduk ve yakalar yakalamaz, mutluluk balonu sönüyordu! O zaman gerçek cevapları bulmalıydık.
Şimdi sen ey genç adam! Çok büyük bir şansı yakaladın! Pek çoğumuzun 35-40 yıl sonra kendisine sorduğu suale en enerjik, en hareketli, en meraklı, en uyanık olduğun bir dönemde muhatap oldun.
Genç adam! Bu sualin cevabını “istersen eğer gel, Asr-ı Saadete, Cezîretü’l-araba gideriz. Hayalen olsun onu vazife başında görüp ziyâret ederiz.
İşte bak: “Hüsn-ü sîret ve cemâl-i sûret ile mümtaz bir zâtı görüyoruz ki, elinde mu’ciznümâ bir kitap, lisânında hakàikâşinâ bir hitâb, bütün benîâdem’e, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudâta karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor.
Sırr-ı hilkat-i âlem olan muammâ-i acîbânesini hall ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlâkını feth ve keşfederek, bütün mevcudâttan sorulan, bütün ukùlü hayret içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş suâl-i azîm olan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suâllerine muknî, makbul cevap verir.” (Bediüzzaman, Sözler, s. 215)
Bu çarpıcı, şaşırtıcı, veciz, beliğ, yaklaşımı gördükten sonra şu iki sual de devreye giriyor: “Bu hayattaki gayen, amacın, hedefin ne?” “Mesajin ne?”
Genç adam! Risale-i Nur’da “her müşkül/problem halledilir, her suale cevap verilir.” (Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, s. 45)
Zira, “Bediüzzaman bence 20. yy’ın değil 21. yy’ın düşünürü. Dünyanın modernlikle birlikte sürükleneceği yeri görebilmiş İslâm dünyasındaki tek düşünür… Bunun için nasıl bir zihnî sefer yapılacağını gösterebilmiş biri. Batıdaki deizmin, sekülerleşmenin bütün insanlığı ve İslâm dünyasını Peygamberi soluktan uzaklaştıracağını görüyor. O yüzden iman hakikatleri üzerine yoğunlaşıyor.” (Prof. Yusuf Kaplan, Yeni Asya, 24.03.2008)