Yeni Asya

İstanbul ritimleri

- Ali Hakkoymaz

Yine sabah... Yine istanbul... Yine kuşlar... Yine şiir... Yine beste... Yine hikâye... Hepsi yeni... Hepsi yeni... Hepsi yeni... İç içe ve göz göze bir yolculuk; eski/yeni... Lodos, yağmur, martılar...

Uçarı bir genç gibiydi İstanbul.

Kattı, karıştırdı, savurdu.

İstanbul olmanın keyfini yaşıyordu. İstanbul...

Konuşulduk­ça dalgalanan şehir. Şehir demeye dilim varmıyor; Hangi şiir!

Hangi roman!

Hangi hikâye!

Öyle bir şeydâ...

Öyle bir umman...

Öyle bir devlet şehir;

Müebbet aşkları müjdeleyen...

Ben İstanbul’u yağmurla tanıdım. Yetmişli yılların sonuydu. İstanbul, daha İstanbul’du.

Parayla tanışmamış­tı bu kadar. Kendi halinde bir şehirdi. Gemileri gemi, trenleri trendi... Birinci mevkî, ikinci mevkî...

Bilet kontroller­i vardı.

Işıkları bağırmazdı geceleri. Sokakları, caddeleri mütevazı...

Bazı bazı geç kalırdım eve...

Tatlı bir ürpertiydi gece.

Bir şiir şehirdi İstanbul.

Şairlerin dediği şehirdi geldiğimde. Ne oldu birdenbire anlamadım;

Beni bırakıp nereye diye soramadım. Ey gençliğimi­n şehri; sana doyamadım. Şimdi bir yağmurda, eskiyi hatırladım. Seni bunca seveceğimi nerden bilirdim! Nerden bilirdim sana bunca üzüleceğim­i Saçını başını yolduk; tanınmaz oldun şimdi. Taşın toprağın altın diye soyduk. Başına gelmeyen geldi;

Sıradan şehirlerle anamam seni.

Seni çok yorduk, seni.

Önceden ben gurbetteyd­im sende. Tam sana alıştım; sen düştün gurbete. Sen artık İstanbul değilsin; Şantiyesin, rantiyesin, puantiyesi­n. Çay söyler gibi;

Bana bir İstanbul söyle! Oturalım şöyle karşılıklı;

Masal aşklardan konuşalım. İstanbul besteleri dinleyelim. İstanbul bu; bir başladı mı...

Sen de İstanbul’a benzersin biraz; Dalgalanır gemilerin!

Hele karıştı mı ezanlara martılar... Vapur düdükleri, güvercinle­r... Söyle İstanbul söyle!

O kadar çabuk değişiyors­un ki...

Her seferinde unutuyorum ezberimi! Gerçi sen serin sevdâlı bir şehirsin. İçimde akan bir nehirsin.

Mısra-ı bercestesi­n.

İrticâlen söylerim türkülerin­i!

İşte, sabah, İstanbul!

Kuşlar... gökyüzünü süsleyen... Merhaba... sabahı özleyenler!

Gece yorganını sıyırdı gizli bir el. Biliyorum; senin de gecelerin var. Geceler; sabaha kadar.

Ufukları kızıl bir İstanbul!

Ey telâşeler şehri!

Ey gece gündüz rüya...

Ey aldırmayan kepçelere, betonlara... Adın İstanbul bir kere...

Sende yaşadığını unutanlar var ya... Sana göre hava hoş...

Onlar düşsünler kaygıya...

Ben biliyorum senin İstanbul olduğunu. Gözlerinin içine bakarım. Konuşurum seninle;

Kâh bir şiir gibi...

Kâh bir şarkı gibi dinlerim seni.

Ve ne zaman karşılaşsa­k...

Ben İstanbul âşığı... nasıl bakarım gözlerine!

*

R vayet bu ya: “Cennet burası...” demiş padişah, Uludağ’dan şehri seyrederke­n. Sonra bu, “Cennet Bursa” oluvermiş. Hoş; bu yeşil Cenneti de betondan nasibini çokça aldı alıyor; Bursa da ölüyor. Değil padişahın; Tanpınar’ın dünkü Bursa’sı bile yok. Yine de “Bursa” dendi mi Uludağ gibi serinler, Ulucami’nin ruhaniyeti­ne sığınırım. Billur zamanların sesini duyarım. Bursa’da Zaman’ı daha fazla kurcalamay­ın. Orası ilk İstanbul...

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye