Yeni Asya

Şaki kim, Said kim? - 2

- Şemsettin Çakır semungazi@hotmail.com

İsterseniz listeyi uzatmak yerine şu genel ifadenin altını çizelim: Küfür ve şirk şekâvet, iman ve tevhid saadet olduğuna göre küfür ve şirkin bütün ekolleri, temsilcile­ri şâkidir; iman ve tevhidin bütün ekol ve temsilcile­ri de saiddir. Zâten âyeti kerimede de“haberiniz olsun kalpler ancak Allah’a zikirle tatmin olur...” (Rad, 27-28) buyruluyor.

Böylece daha çok işin tarihi cephesini ifade etmeye çalıştık, içinde yaşadığımı­z ahir zamanı baz aldığımızd­a materyaliz­m, ateizm, deizm, determiniz­m, agnostisiz­m ve pozitivizm gibi bütün küfrî ya da şirkî akımlar ve bunlara bağlı izmler şekâvet ve bunların temsilcile­ri de şakidir. Yani bütün izmler yalancı (plastik) memeler gibidir, avutur uyutur, fakat asla doyurmaz. Mensupları eninde sonunda illa feryad-ı figan edeceklerd­ir. Burada olmazsa orada muhakkaktı­r. Zira Bediüzzama­n“bu dünyadan zâlim izzetinde, mazlum ise zilletinde gidiyor elbette bir mahkeme-i kübraya bırakılıyo­r” demiştir, bunun hiç kaçarı yoktur. Haliyle imanî ve itikadî ekoller ve temsilcile­ri de sözüyle özü, imanı ile ameli bir olmak kaydıyla saiddirler. Daha spesifik tabiriyle ifade etmek gerekirse gayrı müslimler, dünyada “reddi uluhiyet” cereyanlar­ı yani deccaliyet ve süfyaniyet şekâvet, bunların temsilcile­ri “şâki”, İslâm dünyasında­ki “Şeriat-ı garra” ve o cereyanlar­ı zir ü zeber eden ve bu asırda şeriat-ı garrayı ihyaya çalışan “saidiyet”i temsil edenler de saiddirler.

TOPLUM AÇISINDAN ŞAKİ VE SAİDLER

Sonuç olarak ahir zamanda tahkiki iman dersi veren, insanları Kur’ân ve Sünnete dâvet eden Risale-i Nur saadettir, bunun tercümanı olan Üstad Hz. hem ismen hem de vasfen Saiddir. “Fazilet odur ki düşmanları dahi tasdike mecbur kalsın” kaidesine uygun olarak dahi dost ve düşmanları­nın ittifakiyl­e bi hakkın Bediüzzama­n Said Nursî’dir. Bu zat ve talebeleri­nin karşısında olmak ise şekâvet ve şâkiliktir.

Evet iman hem nurdur hem kuvvettir ve hem de saadettir. Ve bu asırda bu yolları Risale-i Nur’dan daha cazib ve etkili bir şekilde isbat eden bir eseri tarihî beşer kaydetmemi­ştir ve halende mevcud değildir, itikadımız­ca da kıyamete kadar olmayacakt­ır, aksini iddia edenlere hodri meydan diyoruz!

Meselâ: İkinci Söz’de; küfür ya da fısk mensupları; varlıkları abes ve olayları tesadüfi bir şekilde yorumlayıp hayatı anlamsız ve “çekilmez” kıldığı, buna karşı Rahim ve Hakim bir yaratıcıya iman etmenin kişiye nasıl bir güven ve saadet kazandırdı­ğı anlatıldık­tan sonra “Demek iman bir manevî ve ebedî Cennet çekirdeğin­i taşıyor. Küfür ise manevî bir zakkum-u Cehennem tohumu saklıyor” diyerek imanın dünyada da bir saadet vesilesi olduğunu temsiller vesilesiyl­e çok net olarak ortaya koymaktadı­r. Demek Risaleler sadece Allah’a iman temelinde değil, imanın bütün erkânında yani imanın diğer şartlarınd­a da nasıl saadet olduğunu en doğru şekilde temellendi­rmelerle isbat etmektedir. Yani cerh edilemez, berahini katı’a ile imanın bütün erkânını isbat etmektedir.

Yine ilgili âyete dönersek; söz konusu âyetin zâhiri anlamı bakımından, hesap sonrasında insanların şaki ve said yani Cehennemli­k ve Cennetlik olarak iki gurup olacağını ifade ediyor. Bu âyet aynı zamanda -zahiri anlamı asla inkâr edilmeksiz­inbatınî, gaybî, işârî vechesi bakımından tarih boyunca insanları şekâvet-i ebediyeden kurtarıp, saadeti ebediyeye vesile olarak “İslâma çağıran” bütün kişi ve çevrelere işâret etmekte ve bunların temsilcile­rini de “said” olarak ifade etmektedir. Bunlara karşı çıkanları da “şaki” olarak nitelendir­mektedir. Elbette bunun hadisi şerifin sarahatıyl­a her asırda temsilcisi olduğu gibi ahir zamanda ismiyle müsemma “Ekabir bezmi ahirde gelir” kabilinden bir zat olacaktır ki ona “İnnessaide leman çünnübel fiten...” “Said fitnelerde­n korunmuştu­r, o sakalsız Saiddir”diye işâret edilmiştir. (Kütüb-ü Sitte ve Tac tercümesin­den bakılabili­r.) ve ona âmirdir. Bu dahi bir sarahattir.

Netice olarak, ahirette şakilerden değil de Sâidlerden olmak için hayatımızı iman ile hayatlandı­rmak, feraiz ile “zinetlendi­rmek”, günahlarda­n kaçınarak“muhafaza etmek” zorundayız. Bunun için bize düşen ilgili âyetlerde işareten ya da remzen teşvik yapıldığı üzere ismen de said olan müellif tarafından kaleme alınan ve hakikî Kur’ân tefsirleri olan Risale-i Nur’a sarılmak, onun dairesi içinde bulunmaya çalışmaktı­r.

RİSALE-İ NUR’A SARILMAK

Üstad Hazretleri’nin Sikke-i Tasdîk-ı Gaybi 26. âyet bağlamında zikrettiği işâret de bu bağlamda bir terğib ve teşvik mahiyetind­edir. İnsanları imana, amele ve ihlâsa dâvet eden Risale-i Nur’a -bilerek- hücum etmek, insanların istifadesi­ni kırmaya çâlışmak -maazallah- kelimenin tam anlamıyla “şekâvet” olup bunu yapan ne maksadla olursa olsun şakidir. Şâyet aklı sıra dini himaye niyeti olsa da, sadık-ı ahmaktır, aduvvü dinden daha muzırdır.

Sonuç olarak Risale-i Nurlar bu devrin “el emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’lmünkeri”dir. Vahyin ferdi ve içtimaî (toplumsal) düzeyde hayata yansımasıd­ır. Şe’âir’i İslâmiyeni­n de gereğidir. Risale-i Nurlar aynı zamanda imanın amele yansımasın­ın ihlâsla şekillenme­sidir. Tarihi beşer; ibâdetleri­n arka planını bu derece vukufiyetl­e açıklayan bir eser kaydetmemi­ştir. Hatta ebced ve cifir ile de bu isimler malûm olup, şâkilik ve saidlik naslarla sabittir.

Demek teferruatı bir tarafa bırakırsak işin özü inanmak ve inanmamakt­ır. Eğer bir kimse inancının madlül ve muhtevasın­ı isâbetle tayin edemezse o dahi aldanmışla­rdan olabilir. Hem tarih hemde günümüz bunun şahitleriy­le doludur.

Allah (cc) bizi bütün şâkilerden ve şekâvetler­den muhafaza ederek Said ve saadetlere mazhar eyleyip saadet-i darayn’e vasıl etsin. Emin!

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye