Şaki kim, Said kim? - 2
İsterseniz listeyi uzatmak yerine şu genel ifadenin altını çizelim: Küfür ve şirk şekâvet, iman ve tevhid saadet olduğuna göre küfür ve şirkin bütün ekolleri, temsilcileri şâkidir; iman ve tevhidin bütün ekol ve temsilcileri de saiddir. Zâten âyeti kerimede de“haberiniz olsun kalpler ancak Allah’a zikirle tatmin olur...” (Rad, 27-28) buyruluyor.
Böylece daha çok işin tarihi cephesini ifade etmeye çalıştık, içinde yaşadığımız ahir zamanı baz aldığımızda materyalizm, ateizm, deizm, determinizm, agnostisizm ve pozitivizm gibi bütün küfrî ya da şirkî akımlar ve bunlara bağlı izmler şekâvet ve bunların temsilcileri de şakidir. Yani bütün izmler yalancı (plastik) memeler gibidir, avutur uyutur, fakat asla doyurmaz. Mensupları eninde sonunda illa feryad-ı figan edeceklerdir. Burada olmazsa orada muhakkaktır. Zira Bediüzzaman“bu dünyadan zâlim izzetinde, mazlum ise zilletinde gidiyor elbette bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor” demiştir, bunun hiç kaçarı yoktur. Haliyle imanî ve itikadî ekoller ve temsilcileri de sözüyle özü, imanı ile ameli bir olmak kaydıyla saiddirler. Daha spesifik tabiriyle ifade etmek gerekirse gayrı müslimler, dünyada “reddi uluhiyet” cereyanları yani deccaliyet ve süfyaniyet şekâvet, bunların temsilcileri “şâki”, İslâm dünyasındaki “Şeriat-ı garra” ve o cereyanları zir ü zeber eden ve bu asırda şeriat-ı garrayı ihyaya çalışan “saidiyet”i temsil edenler de saiddirler.
TOPLUM AÇISINDAN ŞAKİ VE SAİDLER
Sonuç olarak ahir zamanda tahkiki iman dersi veren, insanları Kur’ân ve Sünnete dâvet eden Risale-i Nur saadettir, bunun tercümanı olan Üstad Hz. hem ismen hem de vasfen Saiddir. “Fazilet odur ki düşmanları dahi tasdike mecbur kalsın” kaidesine uygun olarak dahi dost ve düşmanlarının ittifakiyle bi hakkın Bediüzzaman Said Nursî’dir. Bu zat ve talebelerinin karşısında olmak ise şekâvet ve şâkiliktir.
Evet iman hem nurdur hem kuvvettir ve hem de saadettir. Ve bu asırda bu yolları Risale-i Nur’dan daha cazib ve etkili bir şekilde isbat eden bir eseri tarihî beşer kaydetmemiştir ve halende mevcud değildir, itikadımızca da kıyamete kadar olmayacaktır, aksini iddia edenlere hodri meydan diyoruz!
Meselâ: İkinci Söz’de; küfür ya da fısk mensupları; varlıkları abes ve olayları tesadüfi bir şekilde yorumlayıp hayatı anlamsız ve “çekilmez” kıldığı, buna karşı Rahim ve Hakim bir yaratıcıya iman etmenin kişiye nasıl bir güven ve saadet kazandırdığı anlatıldıktan sonra “Demek iman bir manevî ve ebedî Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise manevî bir zakkum-u Cehennem tohumu saklıyor” diyerek imanın dünyada da bir saadet vesilesi olduğunu temsiller vesilesiyle çok net olarak ortaya koymaktadır. Demek Risaleler sadece Allah’a iman temelinde değil, imanın bütün erkânında yani imanın diğer şartlarında da nasıl saadet olduğunu en doğru şekilde temellendirmelerle isbat etmektedir. Yani cerh edilemez, berahini katı’a ile imanın bütün erkânını isbat etmektedir.
Yine ilgili âyete dönersek; söz konusu âyetin zâhiri anlamı bakımından, hesap sonrasında insanların şaki ve said yani Cehennemlik ve Cennetlik olarak iki gurup olacağını ifade ediyor. Bu âyet aynı zamanda -zahiri anlamı asla inkâr edilmeksizinbatınî, gaybî, işârî vechesi bakımından tarih boyunca insanları şekâvet-i ebediyeden kurtarıp, saadeti ebediyeye vesile olarak “İslâma çağıran” bütün kişi ve çevrelere işâret etmekte ve bunların temsilcilerini de “said” olarak ifade etmektedir. Bunlara karşı çıkanları da “şaki” olarak nitelendirmektedir. Elbette bunun hadisi şerifin sarahatıyla her asırda temsilcisi olduğu gibi ahir zamanda ismiyle müsemma “Ekabir bezmi ahirde gelir” kabilinden bir zat olacaktır ki ona “İnnessaide leman çünnübel fiten...” “Said fitnelerden korunmuştur, o sakalsız Saiddir”diye işâret edilmiştir. (Kütüb-ü Sitte ve Tac tercümesinden bakılabilir.) ve ona âmirdir. Bu dahi bir sarahattir.
Netice olarak, ahirette şakilerden değil de Sâidlerden olmak için hayatımızı iman ile hayatlandırmak, feraiz ile “zinetlendirmek”, günahlardan kaçınarak“muhafaza etmek” zorundayız. Bunun için bize düşen ilgili âyetlerde işareten ya da remzen teşvik yapıldığı üzere ismen de said olan müellif tarafından kaleme alınan ve hakikî Kur’ân tefsirleri olan Risale-i Nur’a sarılmak, onun dairesi içinde bulunmaya çalışmaktır.
RİSALE-İ NUR’A SARILMAK
Üstad Hazretleri’nin Sikke-i Tasdîk-ı Gaybi 26. âyet bağlamında zikrettiği işâret de bu bağlamda bir terğib ve teşvik mahiyetindedir. İnsanları imana, amele ve ihlâsa dâvet eden Risale-i Nur’a -bilerek- hücum etmek, insanların istifadesini kırmaya çâlışmak -maazallah- kelimenin tam anlamıyla “şekâvet” olup bunu yapan ne maksadla olursa olsun şakidir. Şâyet aklı sıra dini himaye niyeti olsa da, sadık-ı ahmaktır, aduvvü dinden daha muzırdır.
Sonuç olarak Risale-i Nurlar bu devrin “el emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’lmünkeri”dir. Vahyin ferdi ve içtimaî (toplumsal) düzeyde hayata yansımasıdır. Şe’âir’i İslâmiyenin de gereğidir. Risale-i Nurlar aynı zamanda imanın amele yansımasının ihlâsla şekillenmesidir. Tarihi beşer; ibâdetlerin arka planını bu derece vukufiyetle açıklayan bir eser kaydetmemiştir. Hatta ebced ve cifir ile de bu isimler malûm olup, şâkilik ve saidlik naslarla sabittir.
Demek teferruatı bir tarafa bırakırsak işin özü inanmak ve inanmamaktır. Eğer bir kimse inancının madlül ve muhtevasını isâbetle tayin edemezse o dahi aldanmışlardan olabilir. Hem tarih hemde günümüz bunun şahitleriyle doludur.
Allah (cc) bizi bütün şâkilerden ve şekâvetlerden muhafaza ederek Said ve saadetlere mazhar eyleyip saadet-i darayn’e vasıl etsin. Emin!