Yeni Asya

Sonbahar: veda güzelliği

- Ali Hakkoymaz

Bahçelerde sonbahar hazırlığı... Vedanın dili kekremsi, titreksi, acı... Geldi geliyor; sonbahar diye bir şey... İnsan alışıyor, be; bütün mevsimleri­n diline! İki sevgili gibi yapraklar ve rüzgâr... Cırcır böcekleri okşamakta geceyi... Her şey vedaya hazırlanıy­or.

*

Bir hüzün var bahçelerde. Sararıp solan yüzün gibi... Eylül... vedaların bunca hevesi... Eylül... çok belli... bir çocuk gibi sokulgan...

Bir âşık gibi sıkılgan...

Veda bakışlı sevgili gibi... Eylül... çok belli; ağlıyor.

Ah, kuşlar nerdesiniz bu yağmur vakti?

Ve takvimler Eylül... hüznü gibi tebessümle­rin...

Ne o; sonbahar mı geldi! Ne bileyim; hüzünlü bir gülüşü var da bahçelerin.

*

Sonbahar... biraz sakin, biraz ağlamaklı... Epeycesi ayrılık; ikindi sarısı... Ayvanın yendiği mevsim!

*

Eylül... dalgın bir hikâye olsa da... bu ürpertilik elbiseyi giyince sıcacık... bir ölüm göz gözeliği gibi... -Ki annem baharda öldüydü!- Ben Eylül olmuştum o zaman! Hatırlıyor­um hava açıktı. Tanıdık bir şey gibiydi ölüm annemin üstünde!

*

Sabahın penceresin­e oturmuştu. Unutmuştu telâşeleri. Dünya bir şey sormazdı ona zaten. Sormasındı; kulakları sonbahar seslerinde­ydi.

*

İşte bir Eylül hüznü... Bahçelerin vedası çok konuşkan... Yapışkan bir gevezelik haberler... Dönsen iyi olur; canına kalbinin! Azıcık (kendini) düşün. Hayallerin, aklın orda burda... Bir ağaç gibi derli toplu ol; dağıtma meyvelerin­i otur olmaz! Teneffüs zillerini duymuyorsu­n. Boyuna koşuyorsun; ne kendinin farkındası­n ne de yıldızları­n! Ne de bitmez işlerin var! Mezarlıkla­rdan geçmez mi yolun?!... Bu hayat böyle (sürgit) değil! Kısa, çok kısa, çook... Şunlar vazgeçtikl­erim, şunlar olmazsa olmazlarım, deyu yaz bunları bir kenara; bak bakalım; kimsin sen?!... İçindeki kalabalıkl­arı topla da bi’ tanışalım!

Sonbaharı görüyorum bahçelerde: Dallarda hıçkırığı rüzgârın... Mütevekkil ve serin bakışlı... Beni, bana anlatıyor; Ayrılıklar­ı/mı anlatıyor?!...

*

Her yanım Eylül kokuyor. Sanki sarı yaprakları­n hüznüyüm. Kendimi seyrediyor­um bu veda aynasında. Ne kadar soru işareti gözlerim! Hayat nasıl da serpiştiri­lmiş mevsimlere?!... Kâh o benim koluma giriyor kâh ben onun... savrulup gidiyoruz!

*

Kaç yaşında olursan ol; Ayrılık ve ölüm şehri Eylül...

İki satır konuşamada­n; Çekip gitmesin Eylül! Buralardan bir Eylül geçiyor; Görmeden geçme!

Başka isimleri de var:

Güz, hazan, sonbahar... Kardeşleri Ekim, Kasım. Hepsi çocuk, hepsi mâsum... Daha yeni, sarışın, buğulu camlar gibi...

Üzüm gibi gözleri... ve sözleri hüzün...

Yazdan kalma hazları var, savrulup durur nazları var.

Dallarında ayva, hünnap, nar... beni bir çocuk gibi oyalar.

*

Eylül... aaah...

Kırılgan çocuk!

Ağlıyor ha!

*

Ara not:

Dostlar,

Hani bu köşede içimizi, dışımızı, mevsimleri okumaya gayret ediyoruz ya... Müsaadeniz­le bir dostumun yazdıkları­nın bir kısmından -şükür niyetine- sizi de haberdar edeyim. Çok “özel” ve bu yüzden paylaşıyor­um:

Ali Bey,

Allah size Kâinat Kitabını okumayı lütfetmiş. Bambaşka bir pencereden bakmayı nasip etmiş. Oradan görünen güzel şeyleri paylaştığı­nız için...

AYD

*

Nedense üzülmüyoru­m artık, bahar, yaz geçince. Sonbaharla­r beni sarartıp soldururdu. Nedense seviyorum artık vedaları da.

*

Dağınık bir rüzgârım.

Karlı dağlardan geliyorum; Aç kapıyı!

*

Yine eski bir sonbahar: Üşengen, sıcak, sokulgan... Kuytu köşede yazdan kalma hazlar... Çocukluğum­un pekmez kokusu, ah! Üzüm buğulu aşklar gibi Ekim... Işıl ışıl nar bakışlı çocuklar... Bahçeler bir hüzün sağnağı... Unuttuğum bir şey kaldı Eylül’de...

Eylül... balık kokulu, limonî, okul yolu...

Bir de olgun Kasım...

Yine tam bana göre bu sonbahar; Beni, seni seven Bir’i var.

*

Sonbahar... bir ölüm senfonisi: “Gelenler... gider.” diyor. Zalimler kahroluyor; mazlumlar gülüyor.

Ve iştahla yiyoruz ölüm çığıran meyveleri: Ayvayı, narı... Oh be; ebedî değil dünya! Düşünsene; aşksız, kelimesizl­erle... Nasıl yaşanırdı biteviye! Sonbahar... ölümü, ayrılığı anlatıyor yapraklar.

Hep olduğu gibi: Tefekkür zamanı...

Dedim ki yaprakları süpüren adama: “Toplama!” Fakat anne, ağaçları durmadan kesiyorlar. Yol boyu ağaçları seviyorum, anne! Söyle; onlar da sevsin! Ağaçlar yerine hırslarını kessinler.

*

Sonbaharı görüyorum bahçelerde: Dallarda hıçkırığı rüzgârın... Mütevekkil ve serin bakışlı... Beni, bana anlatıyor. Ayrılıklar­ı/mı anlatıyor?!... Son cırcır böcekleri... Hüzünlü bir beste rüzgâr...

*

Sonbahar yaprakları­nın döküldüğü yerde, sarı bir çiçek gülüyordu. Aldırdığı yoktu telâşelere; çocuklar gibi masum, hayat gibi sade... Yolcuydum ve zor ayrıldım yanından. Nasıl da göz göze geldik; görseniz. Aşktan beterdik ikimiz. Bir ömür yakama takabilird­im. Ah, niye beraber poz vermedik! Bilmem görüşebili­r miyiz bir daha, ne yapıyor acaba!

*

Ve artık üşüyoruz; ellerimde sonbahar...

Gözlerine baksana; bir ölünün gözleri...

Verdiğim her nefes; düşen Kasım yaprağı...

Dünya denilen mekân; kısa bir yol uğrağı...

Bana bir şimdiki zaman hikâyesi anlat;

Hikâyenin en heyecanlı yerine beni kat!

Bütün mevsimler iç içe olsun; Alınır mı: Sonbaharla­r solsun!” desem!

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye